Durmak istiyorum. Hep küçük kalmak, büyümemek, çocuk olabilmek istiyorum. Zamanı dondurabilmek istiyorum. Buralarda yaş alıyorum, yaşlanıyorum. Gözlerim git gide daha az görüyor, daha az duyuyorum. Yüzüm daha az gülüyor, daha az yürüyorum. Gidecek yerim kalmadığı için mi yoksa benden gidenlere veda edemediğim için mi bilmiyorum. 

Büyüyorum işte. Her gün daha yaklaşıyorum. 

Sana. Yıllar sonra birgün sen yaşlarında olacağım belki. Ya da senden büyük olacağım. Peki sana ne diye sesleneceğim?


İnsan çok yaş alabilir. Ama acılar alamaz. Acılar hep aynı yaştadır. Kanar, kurur, kabuklanır. Üzerine koca bir hayat geçer. Bir kelebek larvasından çıkar, bir diğeri ölür. Koca bir yaşam biter, bir şey değişmez. Gözlerimiz yokluğa alışır, kalbimiz yarayla atmayı öğrenir, dudaklarımız sahte gülüşler edinir. Tüm yaralar hayatta kalmayı öğrenir. 


İnsanın yaraları kendinden çok yaşıyor olabilirdi. 

Acıların tutunacak çok dalı vardı. Göz yaşları onun için akardı mesela. Zaman onun lehine işlerdi. Korkacak hiçbir şeyi olmazdı. Ve kalanlar onunla devam edebilirdi yalnızca. Yalnız olan kendimizdik. Adım adım ölüme yaklaşan bizlerdik. Sonlardan ürken, vedalara katlanamayan, sessizliği sevemeyen.. Acılar yaşamayı bilir, insan ise yaşarken ölebilmeyi öğrenir. Lakin kavuşmayı sadece kalp bilebilir. Gerçek hayata, giden kuşlara, solan yapraklara ve kanayan vedalara. 


Yüreğim bulacak seni, koca bir kainatın altında kalmış olsan da yine buluşacak seninle. Kalbin uzun zamandır atmıyor, gözlerin görmüyor, sesin çıkmıyor biliyorum. Ama ben seni hep dinliyorum. Yağan her yağmurda sohbet ediyorum seninle. Uçan kuşlarda görüyorum, kokunu ıslak topraktan alıyorum. Ben öldüremedim seni, tüm dünyada seni anıyorum. Bir kum tanesiydin, dalgalar alıp götürdü seni. Ama deniz halen yerinde. Ben de o denizi izliyorum. Maviliğinde kayboluyorum. Sanırım beni bulman gerek. Çünkü seni ararken ben de ölüyorum..