Walter Benjamin’in ortaya koyduğu en önemli kavramlar “aura”, “hikâye anlatıcısı” ve “flaneur” kavramlarıdır. Geleneksel hayatın bir parçası olarak tanımladığı hikâye anlatıcısının ve hikâye dinleyicisinin modern yaşamda hiçbir hükmü kalmadığını öne sürer.


“Benjamin’in bu kavramını deneyim, bellek ve hatıra sözcüklerine yüklediği anlamlarla birlikte değerlendirmek gerekir.”


Ağızdan ağza aktarılan deneyimden beslenen hikâye için iki tür anlatıcıdan söz edilir. İlki halkın gözünde uzaklardan gelen, ikincisi ise yörenin gelenekleri hakkında bilgi sahibi olan öykü anlatıcılarıdır. Burada bahsi geçen öykü anlatıcılarının eski çağlardan birileri olduğunu düşünürsek bunlardan biri yerleşik çiftçi, diğeri ise ticaretle uğraşan denizcidir. İlk gerçek öykü anlatıcısından da bir masal anlatıcısı olarak söz edilmektedir. Benjamin’in düşüncelerine göre romanın doğuşu ile anlatıcılık gerilemeye başlamıştır. Bunun sebebini ise romanı geleneksel öyküden ayıran özelliğin kitaba bağımlı olması ile açıklamıştır. Öykü anlatıcısı, anlatısı için deneyimlerinden faydalanmaktadır, dinleyiciler açısından yeni deneyimler yaratmaktadır. Romancı ise kendini bu durumdan soyutlamıştır. Roman, tek başına kalmış bireyin ürünüdür.

Benjamin’in (1995) vurgusuyla her gün dünyada yaşanan çeşitli olaylardan haberdar olunmaktadır ama dikkate değer öyküler yoktur. Bunun gerekçesi, tüm olayların artık hazır bir açıklamayla aktarılmasıdır. Modern yaşamda olup bitenler, “öykü anlatıcılığı”nın değil, “bilgi”nin işine yaramaktadır. Bilgi, yalnızca yeni olduğu anda değer taşımaktadır. Öykü ise gücünü koruyarak yıllar sonra bile harekete geçirilebilmektedir.


Dinleyici, öyküyü dinlerken kendini ne kadar unutursa dinledikleri, belleğinde o kadar yer eder. Kişi böyle olduğu süre zarfında etkilendiği o hikâyeyi bir süre sonra başkasına anlatırken kendini bulur. Kısa öyküleri ile tanınan Ömer Seyfettin, Memduh Şevket Esendal gibi yazarlar sözlü kültürden yararlanmışlardır. Meddah geleneği ve orta oyunu, kısa öykü denen edebi bir tür içinde izleyiciyi kendine çekmeyi başarmıştır. Öykü anlatıcılığı gerilese bile edebiyatın yanı sıra sinema ve televizyon gibi kitle iletişim araçlarında sözlü kültürün izleri görülebilir. Benjamin’e göre öykü anlatımını dinleyicilere aktarmak anlatıcının yetenek ve deneyimlerine göre değişiklik göstermektedir ve mutlaka anlatıcının izlerini taşımalıdır.


Kısaltılabilir şeylerin uğraşmaya değer görüldüğü modern yaşam, geçmişin önemli kavramlarını tarihin derinliklerine gömmeye hazırdır. “Hatıra” da bu kavramlardan biridir. Benjamin, dinleyicinin öykü anlatıcısıyla kurduğu ilişki bağlamında “hatıra” kavramına da farklı bir anlam yüklemektedir. Benjamin’e göre hatıra, bir olayı kulaktan kulağa aktaran gelenek zinciridir. Tüm öykülerin sonunda oluşturacağı ağı hatıra örmektedir.

Haberlerdeki trajik öykü ve aile dramları edebiyata öykünen söylemin bir ürünüdür. Haberle öykü, gerçekle kurgu, gazetecilikle edebiyat, nesnellik öznellik arasındaki belirsizleşme; kamusal ve özel alan arasındaki belirsizleşmenin bir göstergesi olarak görülmektedir. Söz konusu alan olan televizyon, kişiliklerin piyasada birer “flaneur” (aylak adam) olarak dolaşmasını belirtmektedir.



Kaynakça:

(Alıntılayan Aydın, 2010, s. 513; aktaran Benjamin, 1995, Hikâye Anlatıcılığı)