Hikaye anlatmanın sanatında mizaçtan ve Dört Mizaç Kuramı’ndan bahsedeceğim. Mizaç, karakterin doğuştan gelen, en başından beri var olan yapısal özelliğidir. Anlattığımız ya da yarattığımız karakterin olaylara karşı verdiği tepkiler, bulunduğu davranışlar, kişinin sonradan yavaşça gelişen kişilik ya da karakteri kadar en az mizacı ile de alakalıdır.

Dört Mizaç Kuramı ise Antik Yunan doktorlarının öne attığı bir teoridir. Bu doktorlar, mizaç veya daha gündelik bir dilde dendiği şekliyle “huylar” konusunda derin bir inceleme yaptılar ve bir anlayış geliştirdiler. Bu anlayışın temeli Empedokles’in var olan evrendeki ve hayattaki her bir canlının, her bir varlığın dört elementten yani ateş, su, toprak ve havadan oluştuğu ve bu elementlerin kuruluk, ıslaklık, nem ve ısıyı yansıttığı düşüncesine dayanmaktadır. Bu doktorlar, hastalarını dört duygusal ve fiziksel tipe ayırmış, onlara aynı ilaçlardan aynı dozda vermiş ve hepsine değişik etki ettiğini gözlemlemişler. Hastalarını daha iyi şekilde iyileştirip tedavi edebilmek adına kişilerin hangi “mizaç” grubuna girdiklerini bulmayı öğrenmişlerdi. Bu mizaçları doktorlar “Hararetli Ateş”, “İyimser Hava”, “Melankolik Toprak” ve “Ağırkanlı Su” olarak ayırmışlardır.



“Hararetli Ateş”

Diğer kişilerden daha fazla ateş elementi özelliği taşıyan bireylere “hararetli” dediler. Fiziksel olarak daha kısa ve tıknaz, kararlı, enerjik ve daha kırmızı yanaklara sahip kişilerdir. Dik fikirli ve liderlik özelliğine sahip, cömert, hırçın ve ani sinirlenen insanları bu grupta değerlendirdiler. Onlara kırmızı rengi atadılar.



“İyimser Hava”

Hava baskını kişiler ise “iyimser” olarak anıldı. Genel olarak diğerlerinden daha uzun, ince yapılıydılar; saçları açık renk ve soluk tenlilerdi. Sinirsel enerjileri ve refleksleri yüksek, ani, seri ve keskin hareketlerde bulunurlardı. Sosyalliği yüksek, keyifli ve açık fikirli, dikkati çabuk dağılan kişileri ise bu grupta değerlendirdiler. Renkleri sarıydı.



“Melankolik Toprak”

Toprak elementinin domine ettiği insanlara ise hekimler “melankolik” dediler. Fiziksel olarak genellikle uzun, ince, koyu gözlü, gür kaşları ve kirpikleri olan insanlardı. Yavaş hareketleri, hassas bir kişilikleri olan ve alıngan, empatik ve duygusal insanları bu tipte değerlendirdiler. Renkleri ise maviydi.



“Ağırkanlı Su”

Daha fazla su barındıran kişilere ise “ağırkanlı” dendi. Genel fiziksel yapıları kiloluydu. Yavaş ve dingin hareket eder, insanlara sükunet ve güven hissi veren, sakin, telaşsız fakat kızdırıldıklarında aynı bir “tsunami” gibi öfkelerinden çekinilen insanlar bu kategoride değerlendirildi. Renkleri yeşildi.

 

Antik Yunan doktorları, tüm insanlarda bu mizaçlardan az da olsa bulunduğunu fakat birinin mutlaka daha dominant olduğunu söylerlerdi. Bir elementin baskın, diğer ikisinin orta etkinlikte, sonuncusunun ise neredeyse yok gibi olduğunu öne sürdüler. Onların ortaya attığı bu kuram ise, nesiller boyu hikaye anlatma sanatının şekillenmesini sağladı. Karakterler yazılırken, belirlenirken ve anlatılırken onların bu arketipleri baz alındı.

 

Mizaçları anlamanın ve bilmenin, bir hikaye anlatıcısına ne yararı vardır?

Eğer ki hikaye anlatıcısı olarak siz kendi mizacınızı bilmezseniz, anlattığınız hikayelere ister istemez kendi baskın özelliklerinizi yansıtırsınız. Bu durum ise malzeme seçimlerini etkiler. Farklı mizaçları tanımak ve onların özelliklerini bilmek, bir hikaye anlatıcısının repertuvarını ve alanını genişletir. Tekrara düşmekten kurtarır. Eğer kitlenize bilinçsizce dominant bir mizaçla hikayenizi anlatırsanız, bu sadece bir çeyreklik bir dilimi memnun edecektir. Kural olarak, her hikayede bu dört mizaçtan da biraz bulunmalıdır. Mizaç dengesine dikkat edilerek anlatılmış bir hikaye farklılık açısından zengindir ve daha fazla kitleye hitap eder. 





Yazar: Nazlı Doğa Yula