Efsunlu bir bahçeyi andırıyordu. Bir zamanlar aşılmaz çitlerle örülmüş, kimselerin öyle kolayca elini kolunu sallaya sallaya giremeyeceği bir bahçe. Özel diye çoktan tayin edilmiş. Bu mülkün sahiplerini tanıyorum. Böyle derken mülkün asıl sahibinden haya ediyorum. Sahipleri işte, bir erkek bir kadın cinsi insan türünün.
Bir lütufla birbirine aşık edilmiş... Bir akşamüzeri, bir gündüz serinliği türlü meşklerinin, ruhlarının, cilvelerinin ve aşklarının tılsımlı dualarının şahidi işte bu bahçe, öyle özel... Bir lütufla kendilerine böyle bir nimet bahşedilmiş insanlardan belki binlerce var. Türlü güzelliklerle süslenmiş yemyeşil bu bahçe gibileri de tabii olarak ama bilinmez herkesçe. Öyle salınmaz bir ulakla dillerden dillere.
Derken, bir haber ilişti. Uzak, çok uzak ülkelerde bu meseleyi kırmışlar. Kocaman çitleri gereksiz görüp bir kenara atmışlar. Garibime gitti, üzüldüm, kahroldum perişanlıktan. Vah ki türlü hülyalar bu yüzden gerçeklere karışmışlar. Düzenbaz, oyunbozan, kem göz, kıskanç mı kıskanç gerçeklere.
Yazık oldu o güzelim bahçelere. Gerçeklerin ayak izlerini görür olmuşlar. Bu yüzden aşıklar rahatsızlık duymuşlar. Güzelim hülyalı çimlere bir daha hiç uzanamamışlar. Ne vardı ki çitler aşılmazdı ama güzeldi. Bahçeler bir tek aşıklara özeldi. Şimdi göz etmişler, kurutmuşlar renklerini. Ezip geçmişler üstelik ve hayasızca tüm çimenliklerini.
Aşıklar, duramamışlar.
Eh işte... Garip kalmışlar. O gün bugündür.