İnsan hikayeler uyduran, uydurulmuş hikayelere inanan, başkalarına hikayeler anlatan ve başkalarından hikayeler dinleyen, hikayelerle yaşayan bir varlık. O belki de en çok bu yönüyle bugünlere dek hayatta kalabildi. Peki bu hikayelerin ehemmiyeti nedir? İnsan neden hikayelere ihtiyaç duyar? Hikayelerin yaşantıdaki izdüşümleri nelerdir?


1. Hikaye İhtiyacı – Neden Hikaye?

Tarihte ortaya çıkan ne varsa, -ama iyi ama kötü- bir gereksinimi doyurmak için gereklilik olarak ortaya çıkmıştır. İnsanın hikayelere ihtiyaç duyduğu aşikar. Bu ihtiyacın nedenlerini/gereksinimlerini şöyle sıralayabiliriz:

* Aklına mukayyet olmak.

* Yaşama gücünü ayakta tutmak.

* Bilinmezliği bilinebilir kılmak arzusunu doyurmak.

* Kendinde-şeyleri kendisi-için-şey kılmak.

* Savunma mekanizması inşa etmek.

* Toplumsal düzeni ve birliği sağlamak.

* Ben-merkezci güç arzusunu doyurmak (hem toplumsal hem de kişisel anlamda).

* Topluma ait olmak.

* Salt konuşmak ihtiyacını gidermek.

* Eğlenmek, oyun oynamak.

* Aidiyet ihtiyacını gidermek.

* (Tezer Özlü jargonuyla) Yeryüzüne dayanabilmek.


Görüldüğü üzere maddeler birbirleriyle epey bağlantılı ve liste uzatılmaya epey müsait. Ancak uzatmak, tüm bu gereksinimlerin arasındaki ortaklık belirtilmediği sürece beyhude veya iyi ihtimalle eksik kalacaktır. Peki tüm bu gereksinimlerin dayandığı temel bir duygu/ihtiyaç/dürtü/arzu olabilir mi? Bu soruya cevabım sırasıyla: korku duygusu, güvenlik ihtiyacı, depresyon eğilimi, güç arzusu.


Bilinmezlik insana korku verir, insan olaylar hakkında neden-sonuç bağıntısı kuramayınca güvenliğinin olmadığını hisseder, bu his zamanla depresyona dönüşür, depresyondan da ancak güç arzusunun doyurulmasıyla çıkılabilir. Soru bizi ister istemez bilinmezlik duvarına götürdü. Peki ardı bilinmeyen en kuvvetli bilinmezlik duvarı hangisidir? Doğum ve ölüm. Doğumdan önce ne olduğuna ve ölümden sonra ne olacağına dair birçok şey söylenir, birçok şeye inanılır ve anlatılır. Ancak son kertede tüm anlatılanlar bir tahminden öteye gidemez ve gidemeyecektir. O halde anlatılagelen hikayelerin izdüşümlerine bakmakla yetinelim.


2. Hikayelerin İzdüşümleri – Anlattık da Ne Oldu?

* Antropomorfizm: İnsan bilinmezleri bilinebilir kılmak ihtiyacıyla, kendinden-olmayanları da kendi-gibi görebilmek için, antropomorfik (insanbiçimci) düşünceler üretmiş, bu düşüncelerini de hayvanlara ve hatta tanrılara dek uzatmıştır. Ancak insan, bilgisi arttıkça ve böylece bilinmezler daha bilinebilir oldukça antropomorfik düşünceden uzaklaşır. Örneğin deprem olgusunu ele alalım. Yakın bir döneme kadar insanlar depreme ve depremdeki kayıplara neden olan doğa olaylarını ve toplum düzenlerini bilmediği için (maalesef hâlâ birçok kimsenin bilgisi yok), depremin nedenini tanrıya bağlarlardı: Tanrı insanlara kızdığı için veya salt imtihan olsun diye depremi gönderdiğine inanılırdı, vs. Ancak insanlar, depremlere dair bilgileri arttıkça bu tür inançları bıraktılar ve depremin nedenini bilimle açıkladılar.

* Ahlak ve din: Ahlak toplumsal düzeni sağlamak ve bireyin -Freud’un terminolojisiyle- id’ini baskılamak için gerekli olan kurallar bütünüdür. Bu nedenle dini de kapsar – tersi değil. Yaşamın sürdürülebilmesi için toplumsal bir gereklilik olarak ortaya çıkan ahlak ve ahlak sistemlerinin ardında hikayeler vardır ve bu hikayeler insanlar için ders niteliğindedir. Bazı örnekler: Semavi dinlerde anlatılagelen Adem ve Havva’nın yasaklı meyveyi yedikleri için cennetten kovulmaları, Prometheus’un ateşi çalıp insanlara verdiği için Zeus tarafından cezalandırılması, İkarus’un düşüşü, fabllar, masallar, vs.

* Dil: İnsan konuşma yetisine sahiptir ve konuşmak ister. Bu insanın toplumsal bir varlık olmasıyla açıklanabileceği gibi, dilin salt kendi işleviyle de açıklanabilir. Hangimiz konuşmak ihtiyacı hissederek -hatta bazen bu ihtiyacın farkında bile olmadan- sırf konuşmak için ipe sapa gelmez laflar etmedik ki? Türkçemizdeki ‘dilin kemiği yok’ deyimi bu durumu açıklamak için iyi bir örnek. Ezcümle insan bazen başka bir şey için değil de salt konuşmak için hikayeler anlatabilir. Bu hikayeler de dilin taşınımı ve değişimi için köprü görevi görürler.

* Para ve ekonomik yaşantı sistemi: Günümüzde insanların paradan daha fazla önem verdiği ve düşündüğü bir nesne yok (özellikle bu insanlar Türkiye’de veya Türkiye gibi ülkelerde yaşıyorlarsa haklı olarak ve mecburen düşünmek zorundalar). Peki para nedir, paranın kendinde ne tür bir değeri olabilir? Kağıt, bakır, nikel, tunç, alüminyum, gümüş, altın, pirinç gibi nesnelere şekil vererek ve biçilen maddi değeri üzerine işlenerek meydana getirilmiş bir parça nihayetinde. Ancak bu parça, hikayelere dair toplumsal uzlaşının gücüyle,  artık ürünün ortaya çıkmasıyla ihtiyaç duyulan değiş-tokuş sistemi için bir vasıta olabiliyor.

* Devlet/ırk/millet: Devletler/ırklar/milletler; insanlar ancak ortak bir hikayeye inanırsa varlığını sürdürebilirler, aksi halde çözünmeye başlarlar. Antik kültürlerdeki destan ve mitolojilerde vurgunun devlet/ırk/millet üçlemesine dayanmasının nedeni de budur: ortak hikayeler üretmek, inanmak, anlatarak devam ettirmek ve nihayet toplumsal dayanışmayı sağlamak.

* Kültür: Kültürün oluşumu ve devamlılığı ancak hikayeler vasıtasıyla sağlanabilir. Kültür pek çok bakımdan insanı dizginleyen bir etkendir. Bu nedenle işlevsel bir kurgu-sistemdir.

* Bilim: İlk bakışta hikayeler ve bilimler arasındaki ilişki genellikle görülmez. Biri kurmacayken diğeri deneylerle test edilebilir bir etkinliktir. Ancak hipotez oluşturma aşamasında, sorunlara çözüm ararken bilim insanları hikayeler üretir. Daha sonra hikayelerin tutarlılığı ve işlevselliği test edilir, denetlenir. Günümüzde özellikle teorik fizik ve nöroloji çalışmalarının ardında bütüncül hikayeler vardır.

* İşlevsel semboller: En yaygın işlevsel sembol paradır ancak işlevsel semboller sadece parayla sınırlı değildir (bu nedenle parayı ayrı bir maddede ele aldım). Örneğin trafik işaretlerinin anlamına dair insanlarda ortak bir kabul vardır ve işlevsel sembol işaretler vasıtasıyla trafikte insanlar uyum içindedirler.

* Aile ve evlilik: İki insan bir araya gelir, imza atarak evlenirler ve böylece aile olurlar. İki insanın dandik bir imzayla bir araya gelerek bir ömür yaşamasının izahı zordur. Ancak hikayelerin gücü de zaten buradan gelir: izah edilemeyeni izah edilebilir kılmak.

* Diploma: Günümüzdeki birçok meslek, çalışanını seçerken diplomaya dikkat eder, diplomaya göre değerlendirir. Bu nedenle üniversiteler zamanla meslekler için işçiler yetiştiren diploma larvalarına dönüşmüştür. Para örneğinde olduğu gibi, toplumsal uzlaşının gücü nelere kâdir.

* Oyunlar: Oyun insanların temel ihtiyaçlarındandır. İnsanlar zaman zaman oyunlarda -özellikle grup oyunlarında- sanki kendinden geçercesine (euphoria) eğlenir, üzülür, duygulanır. Hatta spor oyunlarındaki bir takıma tutkuyla bağlı olan fanatik bir kişi, işi cinayet işlemeye vardırabilir. On birer oyunculu iki takımın, rakip kalenin direklerinin arasından topu geçirmek için 90+ dakika topun peşinde koşmasının ve yüzbinlerce insanın bunu izlemesinin makul bir izahı var mıdır? Daha da garibi, spor müsabakalarında insanların hissettiği, kendinde bulduğu duygulara ne demeli?

* Mezarlık: İnsanlar birilerini severler ancak sevdikleri bir gün ölür. Bu acıyla yaşamak zordur. Bu nedenle insanlar ölümü farklı şekillerde hikayeleştirmişlerdir: uçtu, vefat etti, hakkın rahmetine kavuştu, vs. Sonrasında hikayeleştirilmiş temenniler gelir: ışıklar içinde uyusun, mekanı cennet olsun, peygambere komşu olsun, ruhu şad olsun, vs. İş bununla da kalmaz, ölü için mezarlık inşa ederler, cenaze töreni yaparlar, ardından dualar okurlar, vs. En güçlü bilinmezlik duvarıyla (ölümle) insanların baş etmesi zordur ve bu süreci alabildiğine hikayeleştirmişlerdir. Amaç acıyı hafifletmek, korkuyu dindirmek, ölüm-sonrasını bilinebilir kılmak veya bilinebilir kıldığına inanmaktır. Nitekim tüm bu yöntemler işlevseldirler, işe yararlar ancak ölüm gizemini korumaya devam etmektedir.


3. Sonsöz:

Bir şeyin kurgusal veya uzlaşı temelli olması, onun gerçek olmadığı anlamına gelmez: Gerçektir ama kurgusal ve uzlaşı temellidir. Bu nedenle hiçbiri mutlak değişmez, ezeli-ebedi değildir. Bunları biz uydurduysak, anlattıysak, anlattıklarımıza ve dinlediklerimize inandıysak; neden başka türlü olamasın? Peki başka türlü olsaydı daha mı iyi olurdu? İyi ne, kim için? Kim bilir… Mühim olan uzlaşı temelli olanların iyi veya kötü olmasından ziyade; her birinin değişime açık olması ve insanın sorun yaratma kabiliyeti olduğu gibi, sorun çözme kabiliyetinin de olması.


Hikayeleri yaşamdan çıkarırsak geriye yavan bir görüntü kalacaktır. İronik olansa bunun da bir kurgu olması.