Anıları anıtlaştıran bellekte, uçurum kadar yüksek ve bir o kadar derin bir evrenin hengâmesinde akıp giderken zaman, çürük alaşımlı et yığınları kaosu peşinden yaratıyor ve beni yaralıyordu. Geçmiş hiç geçmemiş gibi ve gelecek; şarlatan imajlara bürünmüş, çiçek bahçesi vadeden haber bültenlerine benziyordu. Dante’nin İlahi Komedya'sına benzer bu karanlık bilançoyla evrenin suyu bile artık katranlı geliyordu. Sokakta keman çalan insanlar, ekmek çalan insanların artıklarından beslendiğine utanç duyuyordu. Rollerimiz değişmiyor ve Tanrı, senaryoyu baştan almıyordu. Nötr evrende gözlerimi açtım, bilgiye düşman bir coğrafyada sırf yazmayayım diye tüm tüccarlar nesne mahkemesi yapıp mürekkebin maliyetini arttırıyorlardı. Yüreğime hançer sapladım ve yere dökülen tavus kuşu tüyünü kanıma batırıp kasvetli bir manifesto yazdım karanlığa, sonra mürekkeple yıldızlarım küstü. Acılarım mutluluğunuza vesile olsun diye bir kaktüse sarıldım yıllarca, dönüp baktım akıp giden zamana usulca, ayıkladım ruhumu aylak bedenimden.