"Müziğin sesini duymayanlar, dans edenleri deli sanıyor"

-Friedrich Nietzsche


Hayat fazlasıyla tuhaf. Bir rekabet silsilesi içerisinde geçiyor yıllar. Birbiri ardına kazılan kuyular aşılırsa o zaman mümkün belki yaşamak. Daha iyisi olabilmenin karşı konulmaz hırsı var insanın doğasında. Ama bu hırs kendi içinde bir savaştan çok, başkalarının üstünden kazanılmış zaferlere dayanıyor. İnsan tanımıyor kendisini. Hatalarını başka şekillerde kabullenmek istiyor. Tüm benliğinden uzak canlanıyor geçmiş beynin ücra derinliklerinde. Yaşanılmış onca hata, başka bir evrenin başka bir zaman diliminde olmuş gibi... Ortada bir suç varsa o suçu başkası işlemiş gibi ya da... Belki toplumun işleyiş dinamikleri böyledir. Kalabalık beraberinde sorumlulukları da getirir. İnsan sorumluluklarından kaçmak ister. Basit bir çözüm olarak omuzlarındaki o ağır hisleri başkasının sırtına yüklemek ister. Birisini suçlayabilmek dünyanın en kolay işidir bence. Sözüm ona insan mükemmeldir çünkü, bir sorun varsa bu başkasının yüzündendir. İnsanın kendisini kandırması için farklı bir yöntemdir, başka her şeyi suçlamak...


Bilincin alt bölümlerinde yaratılıştan itibaren var olan bir içgüdüdür en güçlü olma düşüncesi. Peki en güçlü kimdir? Siyasiler mi, imparatorlar mı, komutanlar mı, köylüler mi ya da sokakta aç uyuyan yoksullar mı? Kim kimden daha güçlü? Bu insanlar birbirlerinin üzerine basmadan -sözde- güçlü olabilirler miydi? Herkes bir diğerinin zayıflıklarından faydalanmak ister ve faydalanmasını da bilir. Bazen bilinçli yapılmasa da durum böyledir. İnsan güçlülüğünü başka birisini ezebildiğinde hisseder. Peki neden güçlü olmak isterler? İnsan neden başkasının yerinde olmak ister? Bahsettiğim gibi, güç mükemmeliyettir, güçlü olan mükemmeldir. Eğer o güce sahip değilsen insanların hataları hep senindir. Başkalarına karşı hep sorumluluğun var demektir. Ama bilinmeyen bir kural da büyük gücün beraberinde büyük sorumluluk getirdiğidir. Sorumluluk şüphesiz insan için can sıkıcı bir durumdur. Bu da tuhaf bir paradoksa sokar bizi... Çok güçlendiğini zanneden insan, aslında tekrar kendisini en zayıf hissettiği noktaya döner. Çünkü hep daha güçlüleri olacaktır. Hep içinde bir yerde başkasına karşı zayıf hissedecektir kendisini. Bu da daha da hırslı bir düşüncenin ortaya çıkmasına sebep olacaktır. Hep hırsının ve güce doymanın büyüsü üzerinde şekillenecektir ömrü. Ancak ne güç ne hırs ne kıskançlık duyguları asla insanı tatmin etmeyecektir. Sürekli bir kıyaslama içerisinde, asla sahip olamayacağı sahte mutluluklarla karnını doyurmak isteyecektir. Tıpkı bir yılanın kendi kuyruğunu yiyerek büyümeyi beklemesi gibi bir şey...


Oysa kendi kabuğuna çekildiğinde ne güzeldir insan. Başkalarının hayatına aldırmadan tüm benliğiyle yaşamak... Her detayıyla kendisiyle yüzleşebilenler, hatalarının acısını çekebilenler, kendisini gerçek mutluluğa daha yakın hissederler. Her insan mükemmeldir, kusurlarını kabullenebildiğinde ya da acısıyla tatlısıyla doyabildiklerinde.


Dans edenler, yüreklerinde başkalarına bağlı kalmadan çalınan şarkıları duyar. O şarkıların sesini duymayanlar dans edenleri deli sanırlar. Sansınlar; zaten akıllılar için dünya, insan basamaklarından oluşan bir dört duvar. Deliler olarak koşalım içimizdeki uçsuz bucaksız kırlarda...