Yaklaşık 6 aydır her gün birileri bize bu ilk soruyla telefon ediyor. Karşıda korkulu bir ses, sonra o kilit soru; hissettiniz mi? Yerin durmadığını, hâlâ kızgın bir canavar gibi salladığını, bizim tüm rutinlerimizi, tüm alışkanlıklarımızı şehirlerimizi ettiği gibi yerle bir ettiğini hissettiniz mi? Çok can acıtıcı bir hal almaya başladı bu soru son günlerde. Depremi hissettiniz mi sorusundan sonra gelmeyen ve bizim esas ihtiyaç duyduğumuz soruların eksikliğini peki, siz hissettiniz mi?
Korktuk, hepimiz de. En cesur olanımız da, en korkak olanımız da, en iriyarı olup cüssesine sığındıklarımız da korktu. Hâlâ da korkuyoruz; en ufak yüksek sesten, en ufak dokunuştan, küçük bir sallantıdan, şiddetlice esen rüzgardan, yine deprem olacak sanmaktan… Bitmiyor bunlar, o kadar arttırabilirim ki bu örneklerin sayısını. Bize depremi hatırlatan etkenler de bitmiyor üstelik. Zorlasak beynimizi, havsalamıza türlü oyunlar oynasak da o geceyi tümden unutsak diyoruz. Ama sonra önce deprem sonra bir iş makinesi tarafından ısırılmış bir bina görüyoruz. Hasar alıyoruz. Sonra bir düzlük. Maraş’ın yokuşlu yollarına hiç yakışmayan bir düzlük. Yenice süpürülmüş, tüm hatıraları içinden koparılmış bir düzlük bu. İçinde yaşayanları önce yutmuş, sonra sanki orada yıllar yılı insan yaşamamış gibi bomboş kalmış bir düzlük. Yine hasar alıyoruz. Unutalım, biraz aklımızdan çıksın o karanlık gece, iki dost sohbeti edelim diyoruz. Kahve içmeye giderken geçtiğimiz yollarda yıkılan, yıkılmayı bekleyen binalar görüyoruz. Her yerde çadırlar görüyoruz. Evet hâlâ, 6 aydır hâlâ çadırlarda yaşayan insanlar görüyoruz. Biz n’apıyoruz diyoruz sonra, şunca şeyin arasında, yaptığımız normal mi diyoruz. İçmek istediğimiz kahve normal mi? Bu içimize doğan istek normal mi? Ağzımızın tadı tuzu kalmamışken yediğimiz tatlılar normal mi? Normali düşünmek normal mi? Sorular bitmiyor. Bunca soruya verecek cevabımız yok. Fakat ne yeni sıfatımıza alışacak gücümüz var ne de hiç durmayan yerin sarsıntılarını hoş görecek kadar cesaretimiz. Elimizde hiçbir şey yok; 6 Şubattan beri bunu her gün kafamıza vura vura öğretiyor hayat. Evim diyoruz, bir sallıyor ve evin yok diyor. Arabam diyoruz, sallanan binadan üzerine bir taş düşüveriyor, araban yok diyor. Hırslı bir canavarın bizimle yarışı gibi bu deprem. Tamam teslimiz diyoruz, hâlâ durmuyor. Gücünü ispat etmeye çalışıyor sanki. Tamam, eller yukarı, biz tüm mal varlığımız ve tüm her şeyimizle seniniz artık, teslimiz, hiçbir şeyimiz yok, artık ne olur, biraz sakin. Ne olur, biraz dur. Evet yok hiçbir şeyimiz, dünyaya geldiğimizden beri ve evet giderken de bir şey götüremeyeceğiz biliyoruz, öğrendik, 6 Şubattan beri. Şimdi artık ne olur dur, ne olur sakin. Herkes yeteri kadar korkmadı mı?