Hor görmek nedir, hepimiz biliriz. Hor kelimesinin emin olmamakla birlikte dilimize Farsçadan geçtiğini ve "aşağı, adi, hâkir, sefil" manalarında kullanıldığını söyleyebiliriz. Yine de bu kelimenin anlamını bilmemize hiç gerek yoktur çünkü biri hor görüldüğünde bunu çok yakından hissederiz. Bu kavram zihnimizde kesin bir şekilde yer etmiştir ve kullanımıyla ne demek istendiğini kolaylıkla anlayabiliriz. 


"Beni hor görme kardeşim 

Sen altınsın, ben tunç muyum?

Aynı vardan var olmuşuz.

Sen gümüşsün, ben sac mıyım?"


Aşık Veysel'in türküsünde görüldüğü gibi hor görme eyleminin "insana değer biçme" düşüncesiyle doğrudan örtüştüğü anlaşılır. Bizler insanları tanımadan dahi onlar hakkında birtakım fikirlere sahip oluruz. Örneğin kişinin dış görünüşü bize ilk izlenimlerimizi verir. Böylece zihnimizde o kişiye dair bir imaj oluştururuz. İmaj, yani kişinin özünden ziyade onun zihnimizde yeniden tasarlanmış hâli. Karşımızdaki yabancı ne kadar diretirse diretsin o aslında bizim hayal ettiğimiz biçimiyle var olmaktadır. Yani toplumda "iyi, yakışıklı, güzel, erdemli, efendi" diye anılan birinin kendisi "Hayır, ben aslında kötü biriyim." demesi pek bir anlam ifade etmez. Zira o kişinin imajı daha en başından belirlenmiştir. Değişmesi de pek kolay mümkün olmaz. 


Hor görmek de böyledir. Örneğin köyde büyümüş birini düşünelim. Bu kişi şehre gelir gelmez toplumun onlara vermiş olduğu imaj ile var olur. Yani şehirli nezdinde bu kişi köylü ve cahildir. Bir bakıma "aşağı sınıftan" diye de nitelenebilir. Yani Aşık Veysel'in deyişiyle kentli altın, köylü ise tunçtandır. Bu değer biçmenin sebebini tam olarak bilmiyorum fakat tersinden düşünülürse belki daha iyi anlaşılabilir. Birini hor, aşağı ve değersiz gördüğümüzde esasında burada kişiyi kendimizle bir kıyas etme çabası ortaya çıkar. Yani bir yandan ötekini önemsiz kılarken kendimizi de yukarı çekme düşüncesini benimseriz. Kendimize çamur konduramaz ve bayağı olmaktan katiyen uzakta durmaya çalışırız. 


Bu her yerde böyledir. Hiyerarşinin oluşması için iki insanın bir arada olması yeterlidir zira. Genelde iki kişi de kendini daha üstün olan zanneder ve bu hayali sürdürür. Sanırım burada da bir egemen olma fikri açığa çıkar. Çoğunlukla baskın olan veya sözü geçen idareyi ele alır ve bu durumda birinin hor gören, diğerinin de hor görülen olması gerekir. İşte bugün buna "ezen, ezilen", "avcı, av" veya "efendi, köle" gibi ikiliklerle tanımlama getiriyoruz. Kişinin kendi değerini artırmaya çalışması; yani tunç ise gümüş olması, gümüşse altın olması kendi imajını oluşturması bakımından son derece yaygın bir tavırdır. Elbette toplumda kendini değersizleştirmek isteyenler de vardır ancak genele bakıldığında çoğunluk, değerli olmak ister. 

Saygın olmak, paralı olmak, statü sahibi olmak, iktidar sahibi olmak, yakışıklı veya güzel olmak gibi şeyler hep iyi ve ulaşılmak istenen şeylerdir. 


Halk dilinde buna "adam olmak" da denir. Eğer bazı imkanlara veya statü göstergelerine sahip değilseniz "adam yerine" konmayabilirsiniz. İşte kişinin böyle bir imaja sahip olması yani hor görülmesi, adamdan sayılmaması veya sözünün dinlenmemesi bireyi büyük bir yıkımın eşiğine getirir. İnanın bu insanın kaldıramayacağı en ağır yüktür. Zira bu kişiyi yok saymak demektir. Yaşamının her alanında kendini göstermeye, kanıtlamaya ve "Ben de buradayım." demeye çalışan insan için bu son derece berbat bir durumdur. Çünkü insan görülmek, bilinmek, tanınmak ve var olduğunu önce topluma ardından kendine kanıtlamak istemektedir. Bu neredeyse bir zorunluluktur. Öyle ya, var olduğuna inandırılmamış biri nasıl olur da yaşayabilir, değil mi? 


Hor görülme meselesine yaşamın içinde birçok kez tanık olmuşsunuzdur. Çoğumuz bu davranışı gerçekleştiririz ve hiçbir şey olmamış gibi yaşamaya devam ederiz. Ardımızda bıraktığımız yıkımların neye sebep olacağını ise hiç düşünmeyiz. Bu konuyla ilgili değineceğim son şey Emin Alper'in "Kız Kardeşler" filmindeki Veysel karakteridir. Tesadüfe bakın ki iki Veysel de hor görülmenin ne demek olduğunu böylesine doğru aktarabilmiştir. Filmdeki Veysel'in nasıl biri olduğunu anlayabilmek için mutlaka izlemenizi tavsiye ediyorum ve sizi bu can alıcı sahneyle baş başa bırakıyorum. 


—Reyhan, ben sana güle güle demeye geldim. Ben gayrı jandarmaya teslim olacağım. Cezam neyse çekeceğim. Reyhan, ben çok pişmanım. Gökhan'ın sesi kulaklarımdan gitmiyor. Ama kaza oldu bak. Vallahi de billahi de kaza oldu. Ne olursun beni affet Reyhan. 

—Bunun için geldiysen boşuna gelmişsin. 

—Seni son bir kez göreyim dedim. Duydum ki Ankara'ya gidecekmişsin. 

—Nereden duydun?

—Biz duyarız Reyhan. Beni dağda saklayanlar oldu. Ama onlar iyi insanlar değiller. Aşağı köyün koyunlarını çalacaklardı. Kaçtım yanlarından. Ben kaç zamandır yalnızım. Gayrı saklanacak gücüm kalmadı. Tükendim. Gidip teslim olacağım. Keşke böyle olmasaydı. Keşke o gün böyle olmasaydı. Keşke beni hor görmeseydin. Ben dedim, Gökhan'ı da alalım, şehre gidelim. Ben çalışırım, ne iş olsa yaparım. Gökhan'ı okuturuz dedim. Keşke beni hor görmeseydiniz. Ne olursun affet beni Reyhan. Ne olur affet.