Defalarca aynı sesi dinledi. Defalarca aynı yanılgıya düştü. Hangisi gerçek yahut hangisi yalan hiçbir vakit bilemedi. Ömrünü bunu düşünerek geçiremeyeceğini anladığında sokaktaki bir çocuğa sarıldı, geçerken kaldırımdan bir kediye gülümsedi. Uzun zaman sonra sarhoş olup ağzına ne geldiyse söyledi. Çıktı sokaklarda sersemledi, bağırdı , merhaba  dedi. Bir adama sarıldı, tuttu evine getirdi. Özenle yatağına yatırdı, savruk davranmayı bir  an olsun bırakıp adamın kıyafetlerini çıkardı, katladı. Yanına uzandı. Sevişmenin ötesine geçmenin ne demek olduğunu biliyordu , hiç unutmadı. Öptü , elleriyle yeni bir harita çıkardı. Kelime haznesi genişledi, birkaç kitap daha bitirdi. Adama sarıldı. Minnet duydu. Karşısında artık bir insan değil , edebi bir eseri duruyorcasına , gururlandı. Uzun bir süre düşünmedi, ellerini çok inceledi. Her çizgiyi, her çizginin temas ettiği yüzeyi, her çizginin ne kadar günden güne kirlendiğini. Kayboluşları kadar manasız , elleri kadar acımasızdı. Bütün sokak adlarını öğrendi, neden bir sokağa “Özgür Dünya” dediler diye hayıflandı.  Özgür değildi ve bu onu iyice öfkelendirdi. Sokaktan koşarak ve sonsuz bir çığlık atarak geçti. Pencerede ki çocukla göz göze geldi , yanaştı ve ağzındaki emziği çekip aldı. Artık yalnız ağlamıyordu. Sokakta iki tiz çığlık sesi , çocuk ağlamayı bırakıp ellerini gösterdi.

Hoşça kal , pencere demirleri.