Haydi gelin en başa gidelim. Müstakbel varoluşumuzdan, bedenini işgal etmemize rağmen beden sahibinin haberi olmadığı o ilk ana. Haber yerine ulaşana kadar her şey çok iyi gidiyordu değil mi? Düşünsene kurmuşuz iktidarımızı bizim için hayal ettikleri hayatın emaresi bile olmayan bir yere. Sonra, bir anda. Neye benzediğin belli değil ancak bir grup insanın cinsiyetinle ilgili temennileri belli. Mahiyetinin çok da para etmeyeceği artık ortada. Uğruna gönül kıracağın inancın belli, dünyada sadece sende varmış gibi sahipleneceğin değer yargıların belli, mezhebin, siyasi görüşün, seçeceğin meslek, evleneceğin kişinin hangi görüşleri taşıması gerektiği bile belli. Bunlar ve benzerleri seriliyor leş gibi önümüze. Tebrikler. Artık doğabilirsin.


Merhaba, memnun olmadım.

Çıplaklığın ne kadar da tarafsız. İyi bak kendine bu son tarafsız oluşun. Tasman artık boynunda. Elimizde olsaydı tüm öğretilenleri yok saymakla başlardık belki de işe. Ağlamak pek fayda etmedi çünkü dışarı çıkarken.


Biz insanlar olarak kendi aramızda güçlüye karar veremedik. O yüzden kesinlikle ahlaklı olman için bir Tanrı'ya ihtiyacın var! Tek başına iyi olabilmen mümkün değil! Güçlü değilsin. Toplumsal ahlakı, iyi ahlaka tercih ettik. Ama bir şeyi bizden gizlediler. İyi ahlaka sahip değilsen dışarıdan yüklenen toplumsal ahlak, gerektiğinde kullanacağın maskeden farksız olacaktır. Ve biz bugün hâlâ bir gün lazım olur diye saklıyoruz o maskeyi bilincimizin vitrinlerinde. Bir takıyorsun; hop hoşgörülüsün, bir çıkarıyorsun hop tahammülsüz. Hayatın (hayatın içindeki tesadüfen sahip olduğun insanlar) sana sunduğu hoşgörü anaforuyla savruluyorsun toplu taşımalarda yer verilen yaşlara. Sana yer verenin, seni vicdan mastürbasyonunu tamamlamak için kullandığından nasıl da haberlisin. Çakıyorsun hemen dünyanın en ruhu olmayan bayramlıklarını giymiş teşekkürünü. Alışveriş bitti. O kadar yalnız ve güçsüz hissediyoruz ki yaptıklarımıza onay almadan yapmak makbule geçmiyor. Makbule duysun sesimizi!


Yeterince iyiysen, ortalama bir Tanrı inancın var ise, mesai saatleri içerisinde yaptığın iyilikleri Tanrı'nın not aldığına inanıyorsan, özünde ne olduğun çok da önemli değil. ''Benim gibi düşünmeyen herkese hayatımdaki tekdüzeliği kırdığı, üzerinde düşünmemi sağladığı bir alan oluşturduğu, bu dünyanın kiracısı olduğumu hatırlattığı için teşekkür ederim''den; ''Benim gibi düşünmeyen herkes ölsün''e geçiş yapmış bulunmaktayız. Girişler sağ taraftan lütfen. Ne de olsa bu dünya Sultan Süleyman'a kalmadı ama bana kalacak. Bu kadar da güvenirim kendime! Neyiz biz?

 

Bir gün yaşamımızın ilahi bir finale sahne olacağına inanıp inandığımız ilahi ritüelleri yalandan da olsa yapmayanlara finalden sonrasını beklemeden gününü göstereniz biz. Evet biziz. Dante'nin üçüncü çemberiyiz. Çünkü Tanrıcılık oynamak ata sporu. Biziz. Pogromların kendisiyiz. Eksik olmaz dilimizde hoşgörü ağıtları.


Bu dünyada kapladığımız hatırı sayılır bir alan var ancak tüm alanlar üzerinde hak iddia ediyoruz. Hayır elbette ki bununla kalmıyoruz tecavüz ediyoruz o alanlara. Fiili olmasa bile düşüncelerimizle dokunuyoruz. Dokunmak mülkiyet hakkıydı hani? Dokunmak istediğimiz ruhlar gerçekten bizim mülkümüz mü?


Bak dipteyiz yine. The Platform’daki katlı düzenek gelmiş yerleşmiş dünyanın ortasına ve biz asla temize çıkmak istemiyoruz. Diplerde ''daha fazla kimin hayatından bir şey koparabilirim'' ile hayatta kalmaya çalışıyoruz. Hayatta kalmaya ihtiyacımızın olup olmadığını düşünmeden. Bu bir mahvoluş. Nereye kadar mı? Sonuna kadar, ta zamanın. Mahvoluyoruz, mahvolacağız. Yüzümüze su çarpmak da kendimize getirmeyecek bizi. Boşuna yedekledik bidonları. Bundan sonrasını Leviathan düşünsün. Her şey olması gerektiği(!) gibiyse başlasın kronik yozlaşma.


Umudumuz sansürlenmeyecekse bir gün çay içer miyiz Hoşgörü Uygarlığı'nda?