Şeyh Galib’in mesnevisi olan Hüsn ü Aşk, 1783’te kaleme alınan ve 2041 beyitten oluşan tasavvufî bir metin olarak değerlendirilmektedir. Hüsn, Aşk, Sühan ve Gayret karakterleriyle sembolize edilen alegorik bir mesnevidir. Tasavvufi bağlamdan bakıldığında Hüsn karakteri Allah’ı, Aşk da dervişi sembolize eder. Aşk karakteriyle bir dervişin yolculuğunu, bu yolda başına gelen zorlukları, engebeleri ve nihayetinde de Allah’a kavuşmayı anlatır. Tasavvufi açısı dışında da önemli bir mesnevidir. Hem soyut dini hem de dünyevi olanı anlatan, gerçeği anlatan somutlukla beraber tasavvuf dünyasını beraber işlemektedir.

 

Şeyh Galip, meclisindeki çoğu kişilerin Nabi’nin Hayrabad eserini çok sevmeleri ve kusursuz olduğunu söylemeleri karşısında aslında eserin o kadar da iyi olmadığını, dilinin ağır olduğunu, fazla uzatmaların olduğunu, içerik olarak da bütünsüz bularak daha iyisini yazma iddiası üzerine kısa bir sürede Hüsn ü Aşk’ı kaleme almıştır.

 

 

Bir Arap kabilesi olan Benî-Mahabbet, yani Sevgioğulları kabilesinde, bir kız ile bir erkek doğar. Bu kız ile erkeği bebekken nişanlarlar. Bu çocuklar büyür ve Mekteb-i Edeb adlı bir mektebe giderler, burada Molla-yı Cünûn adlı bir hocadan ders alırlar. Mektep zamanında birbirlerine aşık olurlar. Beraber bahçede gezip sohbet ederler. Bahçenin sahibi Sühan bunlara aracılık etmeye başlar. Sühan, bir ihtiyardır ve her kılığa girebilen birisidir. Bir de kabilede Hayret adında bir hâkim vardır, Hüsn ile Aşk’ın görüşmesine engel olur. Bu iki genç, Sühan aracılığıyla mektuplaşmaya başlarlar. Aşk, kabileye gidip Hüsn’ü onlardan ister fakat kabile onu ciddiye almaz ve Diyâr-ı Kalp’te bulunan kimyayı getirirse Hüsn’ü alabileceğini söylerler. Hemen yola çıkan Aşk’ın ilk engeli derin bir kuyudur, oraya düşer. Burada bulunan dev, Aşk ve Gayret’i hapseder. Sühan hemen gelip onları kurtarır. Yolculuğun devamındaki engel, bir cadıdır. Bu cadı Aşk’a sevdalanır fakat karşılık göremeyince sinirlenir ve onu çarmıha gerer. Sühan yine yetişir ve kurtarır. Hüsn bu sırada Aşk’a “tîğ-i âh” adında bir kılıç ve Aşkar adında bir at verir. Gayret’e de iki kanat verir. Maceranın devamında deryâ-yı ateşe ulaşırlar. Burada gemiler mumdan yapılmıştır. Karşılarına çıkan cinleri de aşıp Çin ülkesine ulaşırlar. Aşk burada Çin padişahının kızı Hûş-rübâ’yı (akıl çelen) Hüsn’e benzetir. Beraber eğlenirlerken kız “tîğ-i âh”ı alıp kaybolur. Sonraki gün gelip Hüsn’ü bir kaleye hapseder. Burası kapısız bir kaleden yine Sühan sayesinde kurtulur. Aşk perişan halde yola devam ederken Sühan bir hekim kılığında gelir, Aşk’ı alıp Kalp Kalesi’ne götürür. Burası Hüsn’e tâbi olan melekler ve periler ile doludur ve Aşk hoş karşılanır. Sühan, Aşk’a Esrâr-ı Hafiyye yani gizli sırları öğretir ve Hayret’e teslim eder. hayret onu Hüsn’e götürür. Aşk yolculuğun sonuna gelmiş, engelleri aşmış olgunlaşmış şekilde Hüsn’e kavuşmuştur.

 

 

1. Aşk

 

Mesnevinin baş karakteridir. Yiğit, güzel bir erkektir. Hüsn’e kavuşmak için macera dolu bir yolculuğa çıkmış ve başına türlü belalar gelmiştir. Sadece denileni yapan birisi değildir. kendi içinde zıtlığı olan, hatalar yapan birisidir. Yanlışlarını fark ederek olgunlaşmıştır. Bazı tasvirlere göre “O kadar güzeldir ki Hz. Meryem Hz. Yusuf’u doğursaydı Aşk’ın güzelliğine denk olurdu. Aşk’ı protagonist şahıs olarak ele almamızın sebebi, hikâyede olayların başından geçtiği ve hikâyenin sonunda dönüşerek bir kemale ulaşan kişi olmasından dolayıdır.” (2013,209.)

 

Hüsn ile aynı gün doğmuştur ve olağanüstü bir güne denk gelmiştir. Mesnevide şu şekilde anlatılır:

 

“Oldı bu sarâya pâ-nihâde

 Ol gice iki kibâr-zâde

 Fi’l-hâl açıldı subh-ı ümmid

 Hem mâh doğdı vü hem hurşîd

 Ol hâle sebeb bu iki şehmiş

 Her biri süvâr-ı mihr ü mehmiş (2013,209)

 

O gece iki kibarzade dünyaya ayak basar, ümidin sabahı bu doğumla aydınlanır. Biri aya benzetilir, diğeri güneşe. Muhabbet Oğulları, kıza Hüsn, erkeğe Aşk ismini verir. Anlatıcı; Hüsn ve Aşk’ın Leyla ile Mecnun, Azra ile Vâmık, Ferhad ile Şirin gibi bir kadere sahip olduğunu hissettirir ve kaderin onlara bir yol çizdiğini söyler. Kabilenin uluları, büyük bir meclis kurarak onları nişanlandırırlar.”

 

Bu şekilde Hüsn ile Aşk’ın hikayesi başlar. Aşk, hem gerçekçi manada hem de tasavvufi manada değerlendirilebilir. Tasavvufi açıdan bakarsak hikayede Aşk’ın derin bir kuyuya düşmesi Hz. Yusuf’un kıssasını hatırlatır. Bu kuyuya düşüş yolculuk sırasında bir engeldir ve bu engeli aştıkça tasavvuftaki salik gibi tekâmül eder. Böylece seyr ü sülûkü anlattığı görüşü vardır.

Kuyu hikayesi, yaşadığı zorlukları aşarak insan-ı kâmil mertebesine ulaşmış olması, İslam tasavvufun özelliğini taşıdığını göstermektedir.

 

 

 2.Hüsn

 

Mesnevinin bir diğer başkahramanıdır. “Hüsn, tıpkı Züleyha’nın Yusuf’a âşık olması gibi Aşk’a âşık olunca aşk kuralını çiğner. Mesnevinin olay örgüsünün gelişiminde önemli bir yer tutan bu aykırı âşık olma durumu, sonraki olayları da tetikler. Hüsn, sürahi gibi aşka baş eğip yanarken Aşk, taş kesilmiş gibi sadece susmaktadır. Hüsn’ün arzusu imkânsız gözükürken Aşk’ın isteği gizlidir.”

 

 

Hüsn karakterini kabilenin geleneklerine karşı olarak aşık olmasıyla, Aşık ve İsmet karakterleriyle konuşması karakterini derinleştirir. Bu karakter Aşık’ın geri planında gibi görünse de aslında çok önemlidir. Çünkü Aşık’ın yolculuğunu tamamlama noktası Hüsn ile sonuçlanır. Aşık’ın Hüsn’e kavuşma amacı bütünüyle mesnevinin önemli unsurudur. Bu yüzden hem Hüsn karakterinin kendi içinde çatışması olsun hem de Aşık’ın geleceği mertebe için Hüsn başkahramandır.

“Hüsn ü Aşk‟ı baştan başa tasavvufî alegori olarak gören anlayışa göre aslında eserdeki bütün şahıs ve yer adlarının tasavvufî karşılığı vardır: Gayret'in kıskançlığı, Hoşrübâ'nın nefsi, Molla-yı Cünûn'un aklı ve tasavvuftaki pîri, Aşk'ın yolculuğunun seyr ü sülûku temsil etmesi gibi…” (2010/19, 15.)

 

 

 3. Hüsn ü Aşk ve Sebk-i Hindî

 

Eseri sadece tasavvufi bağlamda değerlendirmek yanlış olur. Bunun önemli bir unsur olmasıyla beraber aynı zamanda poetikası önemlidir. Şair eserde aralara girerek yeni manaları ve mazmunlarını över; dönemin şiirine, şairlerine, kendi tavrını ve görüşlerini dile getirir. Sebk-i Hindi özellikleri taşımasıyla poetikasını sergilediğini söylemek mümkündür. “Mana ve muhteva açısındansa ince hayaller ve yeni mazmunlar, hayal atlaması ve çağrışım zenginliği, tasavvufî muhtevanın Sebk-i Hindî'ye has işlenmesi ile girdâb ve ateş gibi kavramların tasavvufî yönleriyle ele alınması konuları tamamıyla mevcuttur. Eserde ikinci dereceden mana ve muhteva niteliklerdense mübalağa ve aşırı hayalcilik, ben dili, günlük tecrübeler, tabiat, eşya ve halk hikmetinden faydalanma ve vâsûht hususiyetleri yeterince yer almıştır.”

Mazmunu son derece özgündür. Deryâ-yı ateş kısmını anlatırken “mumdan gemilerle ateş denizi geçmek” cümlesini kurmuştur. Sebki Hindi’nin özelliklerini taşıyan önemli şairlerden birisidir.

 

Eserin tasavvufi yanı sıra çok gerçekçi olduğunu söyleyenler de vardır. İstanbul’un beş büyük yangın ile boğuşması esere ilham olmuştur. Doğrudan ateşle alakalı tasvir yoktur ama Şeyh Galip’in içinde bulunduğu Mevlevihane Kapısı’na kadar uzanan bu büyük yangının izlerini taşıdığı söylenir. Derya-yı ateş bölümünde her yerin ateş içerinde olması, gemilerin mumdan oluşu ve çaresiz ne yapacağını bilemeyen Aşk ve Aşkar’ın gelmesiyle oradan kurtarması; işte bu gerçekçi yangınların şairde bıraktıkları izler olabileceği öne sürülmüştür.

 


Nitekim eser Hüsn ve Aşk karakterleriyle sembolize edilen, beyitlerinde gerek şiire dair görüşlerini göstermesiyle, gerekse tasavvufi manada izler taşımasıyla geniş kapsamlı bir mesnevidir. Aynı zamanda eser, tasavvufi olması gibi somut özelliklerinde ışığını taşımaktadır. Hem dil ve mana açısından hem tasavvuf açısından hem de hayattan gerçekçi izler taşımasıyla klasik Türk edebiyatında önemli bir eser olmuştur.