Parmaklarım ağlıyor, gözlerim yazdıklarını okurken, ne anlattığını bilmeden çalıyorum yazdıklarını. Sessiz bir âşık gibi, sadece ruhuma dokunuyorsun ince ince ve ağlayasım geliyor, sonbaharda savruluyorum. Derken sertleşen bir rüzgârla kışın oluyorum ama yazarken kafandan neler geçtiğini ben hiç bilmiyorum. Tek bildiğim, hayatın boyunca tek bir kadına âşık olduğun. Ben bunun önünde saygı ile eğiliyorum. Medeniyeti, benim yaşadığım yüzyıldan çok önce yaşayıp bu güzel ezgileri insanoğluna bıraktığın için çok teşekkür ediyorum.

 

        Gözlerim daha fazlasını arıyor, parmaklarım tuşlarını okşarken piyanonun, duygularının ne olduğunu hissetmeye çalışıyorum. Ben, unutulmuş bir adada, unutulmuş insanların topraklarında, onlara seni çalıyorum. Anlamasalar da dinliyorlar, herkes kendi hüznüne çekiliyor. Denizimin sesi, sevdiğimin nefesinde gidip geliyor senin ezgilerinle. Onun her nefesinde, kimin aldığını bile bilmediğim piyanomda senin yazdığın en kalın fa sesini vuruyorum. Yankılanıyor yakarışların bu unutulmuş topraklarda.

 

        Yıllar sonra, hiç eksilmeyen garip duyguların uyandığı gecelerimde, bize böyle mi anlatacaktın hüznü? Ben, ıssızım, senin portelerinde nakışlı, kimsesizim seni çalarken. Yapayalnızım senin hüznünü yaşarken. En derin yerimden vuruyorsun beni, bir yanım kelimelere uzanırken bir yanım da karaladığın notaların üzerine damlatıyor hayal kırıklıklarımın gözyaşlarını. Sen ve ben aynı duygularla mı sevdik? Bilmiyorum. Hüznüm sana çöküyor ve yıllar önce çürümüş bedenini görüyorum toprağın altında. Ruhun en kalın fa notasında yaşıyor piyanonun. Durmadan çalıyorum hüznünü piyanomda, anlatıyorum çocuklarıma: “İşte böyle seveceksiniz. Yalnızlığınız dibine kadar vuracak, içiniz çekilene kadar ağlayacaksınız ve ne kadar acı çekerseniz çekin çaktırmayacaksınız.”

 

        Normandiyalı bir baba ve İskoç bir annenin çocuğu olduğun için mi? Başarısız bir öğrenci olduğun ve sekiz yıl sonra konservatuardan ayrılmak zorunda kalarak orduya yazıldığın için mi? Yoksa kendi kilisende kimsesiz olduğun için mi? Bilmiyorum. Ancak ben, seni bu tuhaf hâlinle çok seviyorum. Bu dönemde dini ve sanatsal görüşlerini açıkladığın mektuplarını henüz okumadım, on sekiz saat boyunca sekiz yüz kırk defa çalınacak sekiz ölçülük bir motiften oluşan Vexations isimli eseri neden besteledin onu da bilmiyorum. Aynı yıl, kalan az bir miktar mirasınla görüntünü neden değiştirdin? Bir rahip kılığı taşımaktan vazgeçip, neden “Kadifeli Centilmen” görünümüne büründün? Bilmiyorum. Hüznüm sana çöküp duruyor, ağlıyorum. Piyanom ağlıyor sevdiğimin nefesinde, denizim gidip gelirken parmaklarımda sen ağlıyorsun.

            

        Neden o kadar içtiğini bilsem belki ben de içeceğim durmadan ve nasıl duyduğunu bilsem hüznü ben de duyacağım senin kulaklarınla. Hayatın boyunca garipliklerinle anıldın ve ölümünden sonra dolabında bulunan birbirinin aynı on iki kadife takım elbise, düzinelerce şemsiye ve birbirine eş seksen dört mendil, uzun süre müziğinden daha çok konuşulmuş. Dilerim bir gün bu unutulmuş topraklarda, Satie festivali düzenlenir ve ben sana çöken hüznümü festivalin en kötü piyanisti olarak olsa dahi çıkıp çalarım. Sevdiğimle, senin müziğinde, dünyanın tüm sabahlarını kollarıma alarak en tutkulu sevişmeleri yaşadığım sonbahardayım. Hüznün terime karışıyor ve koyduğun isim gibi ben kendimin derin anlamını o sevişmelerde bulurken anlatıyorum çocuklarıma: “İşte böyle seveceksiniz. Yalnızlığınız dibine kadar vuracak, içiniz çekilene kadar ağlayacaksınız ve ne kadar acı çekerseniz çekin, çaktırmayacaksınız.’’