Duygularım renkler aleminde… Tonları arasında kaybolmuşum… Belli belirsiz çizgilerin içinde, labirent kurulmuş ruhlar diyarında... Ben içinde iz bilmez, yol bilmez yürüyorum. Tutsağım bu yanlış vakitlerde, gün fenerini söndürmekte, karanlık yaklaşıyor. Aydınlık sandığım bu rüya derinlerime gömülüyor. Susuyorum… Gözlerimde bir hüzün bulutu, kaçmak imkansız bu dumanlı geceden. Tılsım saklıyor içinde bu anlamsız hayal alemi. Birçok sebepten kaçıyorum. Düşüyorum, kalkıyorum, yorgunum da epey ama durmuyorum hiç. Zihnimde durmaksızın notaları kayıp bir koro mırıldanıyor şarkılarını. Dinledikçe saklanıyorum bu kalabalık şehirden.
Mevsimlerim iç içe… Ne bembeyaz karda izlerim kalmış ne de istemsiz gelen baharda kokusunu duymuşum açan çiçeklerin… Bir hevesle yolumdan sapmışım bir ihtimale aldanıp. Yasaklanmış cennete takılmış aklım. Bir gün yolum düşer mi mutluluk rüyasına? Benim de kısmetim var mı bu değişken kaderde? İnancım tomurcuk veriyor umutlarımın gölgesinde. Güneş saklansa da nasibini buluyor. Şimdi değilse bile elbet yarın. Yarın olmazsa elbet bir gün…
Bir köşk kurdum içimde kapıları sırlı dualarla açılan… Yıllar önce çıkan rüzgarın kilometrelerce uzaktan getirdiği sese ihtiyacı var. Son demde gelecek belki fakat ölümlü dünyanın inancı tazeleniyor gün doğumunda. Şafak sökerken ansızın, kapıda belirecek. Köşk, gizlenmiş kayıp diyarda… Göklerden gelen melek yağmuru, ihtişamıyla düşecek toprağa. Ve söyleyecek nihayet vardığı durakta: Ben yolculuğumu tamamladım. Diğer ses fısıldayacak usulca: Hoş geldin, gir içeri, artık kaçmak yok; nefes nefese, burası huzurun evi… Ve kilitlerini açmaya hevesli kapı ardına kadar açılacak. Birbirini arayan iki ömür, ebediyen yemin edecek dolunayın ışığında. Sonsuza dek…