Büyümek yeterince zor değilmiş gibi diğerlerinden farklı renklere sahip biri olarak büyümek... Hem de ayağına dolanmış prangalarla...
***
Hubert, annesiyle yaşayan sıradan bir lise öğrencisidir. Kendi sıradan dünyasını sıra dışı yaptığını düşündüğü annesiyle sürekli çatışma halindedir ve deyim yerindeyse onun avam davranışlarından nefret etmektedir. Hubert'a göre kimsenin annesi onun gibi değildir. Öyle ki cinsel yönelimi hakkında bile annesiyle konuşmaz, onu kendisine dair en önemli detaylardan mahrum bırakır. Annesine göre de hiçbir çocuk annesine onun kadar saygısızca davranmıyordur. Aslında film boyunca anne-oğul sürekli birbirini eleştirir, düzeltmeye(!) çalışır ve kabul etmekte zorlanır. Birine göre diğeri avam, rüküş, anlayışsız iken diğerine göre de karşısındaki asi, kaba, babası kılıklıdır. Hem Hubert hem de Chantale (anne) birbirini ölesiye sevmekte ve aynı zamanda da içten içe nefret etmektedir. Hubert'ın şu repliği bu durumu çok güzel özetler: "Derinlerde bir yerde onu seviyorum. Ama bir evladın sevgisiyle değil. Çok tuhaf, çünkü eğer biri onu üzse o kişiyi öldürmek isterdim. Aynı zamanda annemden daha çok sevdiğim yüzlerce insan da sayabilirim. Aynı zamanda çok da paradoksal. Sevemediğin ama sevmeden de edemediğin bir anneye sahip olmak...". Bu toksik aşk-nefret ilişkisi içinde en sevdiklerin tarafından görülme ve kabul edilme ihtiyacı, kök aileden ayrışmaya çalışma, birey olma yolundaki sancılı sürecin bir parçasını izliyoruz.
***
İnişli çıkışlı bu büyüme yolculuğu içinde Hubert'ı yalnız bırakmayan birileri elbette vardır. Bunların başında sık sık dertleştiği ve aynı zamanda ona iyi gelen erkek arkadaşı Antonin gelmektedir. Antonin'in dışında Hubert'ın hayatında olumlu bir rol model olduğunu düşündüğüm, onu dinleyen, onun yaşadığı içsel çatışmaları görebilen ve anlayan bir yetişkin de vardır. Hubert'ın öğretmeni Julie ile sahneleri o kadar içten ve bir o kadar da profesyonel ilişkiyi sarsmamaya uygun bir mesafededir ki, ikiliyi izlerken o sıcak atmosferi kolaylıkla hissedebiliyorsunuz. Julie, Hubert'ın kaotik yaşamında ona destek olmakla kalmaz, aynı zamanda onu edebiyat alanında başarılı bulduğunu sıklıkla belirtir ve devam etmesi konusunda teşvik eder. Ancak Hubert'ın hayatındaki her yetişkin bu kadar destekleyici değildir.
***
Sonu olmayan filmler bana her zaman daha gerçekçi gelir. Çünkü hayat da böyledir. Her zaman mutlu ya da mutsuz sonlar yoktur. Gerçek hayatta son, ölümün kendisidir. Hal böyleyken böyle gerçekçi hikayeleri ele alan filmlerde ısrarla bir son yazmak neden diye sorarım bir izleyici olarak. "I Killed My Mother" da sonu olmayan filmlerden biri olarak finali beni tatmin eden yapımlardan biri oldu. Film biterken Hubert ve Chantale'yi son kez, eski evlerinin bahçesinde, Hubert henüz çocukken ve bu anne-oğul hala birbirlerini çok sevip iyi geçinirken yaşadıkları evin bahçesinde sessizce oturup birbirlerinin varlığını kabul ederken görüyoruz. Bence bundan daha iyi bir final sahnesi düşünülemezdi.
***
Film boyunca edebiyat, tablolar ve müziklerin çok önemli bir yeri bulunuyor. Özellikle sahnelerde kullanılan müzikler filme çok şiirsel bir hava katmakta. Bu filmin 16 yaşındaki Xavier Dolan'ın kaleminden çıkmış ve 20 yaşına geldiğinde ise ilk yönetmenlik deneyimini yaşamış olduğu düşünülünce Dolan'ın bir dahi olduğunu düşünmemek elde değil.
***
İyi seyirler.
N.T. 🌼