Uzun zamanlar geçti deriyle örülü kanayan uzuvlardan,

İzler kaldı en derinden buram buram ağır kokulu,

Ne oldu birden böyle bizim yaşam gayemize ki,

Toz pembe masallar yerine ızdırap veren hikayelerle dolu.

Neden, neden diye sormadan edemez bu benliğimin getirileri,

Yaşam denilen bu gayemiz kaoslarla dolu mu olmak zorunda?


Tüm bu iç sesimden türeyen ifadelerim belki umutsuz bir hava yansıtıyor,

Şiirden ayrılarak arabesk bir ezgi oluşturuyorum belki farkında olmadan,

Çünkü her yazmaya başladığım an gecekondulardan gelen sesler haykırıyor gibi kulaklarıma,

Bizler aslında birer yaşam emsaliyiz, zorluklar içerisinde birer var olma mücadelesiyiz!

Sonra kafamdaki işçiler, emekçiler, çiftçiler ve köylüler hak ettikleri değeri ele alıyorlar,

Ve çektikleri zorlukları yüreğimle paylaşarak, dökülen alın terlerini gözyaşlarıma akıtıyorlar,

Gözyaşlarımı kağıda dökerken ise çocuklar, kadınlar, sevgililer ve sevdalılar tutuyor ellerimden,

Bizleri unutma dercesine duygular yükleyerek dizelerimin hakimi oluyorlar amansızca,


Seslerle birlikte öfke ve sevginin arasında buluyorum kendimi

Hayal kırıklıklarım başıma beton bir tuğla gibi düşüyor

Çünkü baktığım hiçbir yönde tam bir iç huzur ve mutluluk barınmıyor

İşte o an kalemim çığırından çıkmış bir vaziyette

Melankolik edalar içerisinde senfoni orkestrası gibi başlıyor bu karşı çıkışlarımı yazmaya


Kısa ve öz bir biçimde yazdığım parçaların birer bütünü olan tüm bu söylediklerim

Aldığım her soluğun sonsuz birer bekçileri gibi

Ben de bu sonsuz bekçilerin eli kalem kağıt tutabilen birer garip söz elçileriyim,

En yalnız ve çaresiz anlarında kol kanat germekteyim.