Oyun, 16 sayfalık bir kısalıkta olmasına rağmen başlı başına bir derya bir okyanus. Sayfalarca, ciltlerce anlatılacak bir durumu yazar gökyüzü gibi bir sadelikte önümüze seriyor ve bu sadelik karşısında etkilenmemek mümkün değil.

Sahnenin bir yanında kızlarının ölümünden habersiz, evin içinde huzur içinde oturup gece olunca yatmayı bekleyen bir aile ve diğer yanında evin pencerelerinden evin saadetini ve aile bireylerinin devinimlerini izleyen, kara haberi verecek olan dışardaki insanlar...
Dışarıdakilerden biri olan ihtiyar, bu durumu evin içine uzun süre baktıktan sonra şöyle açıklıyor:

"İHTİYAR: ... Hayatta bu kadar hazin bir şey olacağını bilmiyordum. Hayata bakanların korku duyabileceğini bilmiyordum. Onların bu sakin ve rahat halleri bana bu korkuyu hiçbir zaman veremezdi. Dünyaya ne kadar fazla güveniyorlar. Şuracıkta duruyorlar, düşmanla aralarında zavallı birkaç pencereden başka bir şey yok. Kapıları kapamakla kendilerine artık bir şey olmaz zannediyorlar. Bilmiyorlar ki ruhlarda daima bir şeyler olur ve dünya evlerin kapılarında bitmez. Ufacık hayatlarını kendi avuçlarının içinde sanıyorlar. Nereden akıllarına gelsin ki şu sırada birçok insanlar hayatlarını onlardan daha iyi biliyor ve ben, zavallı ihtiyar, kalplerinden iki adım ötede onların küçük saadetini, bir türlü açamadığım şu ihtiyar ellerimin içinde tutuyorum.''

Ellerinde ne büyük bir acı ve ne büyük bir güç olduğunun farkında olan bu insanlar ölümü bildirmeye mahkumlar. Bu mahkumlukları da bunu bilmelerinden geliyor.
Bilmek her zaman olduğu gibi mutluluk getirmeyebilir ancak bilmek yanında daima gücü ve acıyı barındırır. Aileye haberi verecek olan ihtiyar bunun farkında...

MARIE: Onlara acıyın büyükbaba.
İHTİYAR: Biz onlara acıyoruz yavrum, fakat bize acıyan yok.