İki yıl önceydi, doğduğum ve ev sandığım şehirde, hayatımda girdiğim en güzel suya girmiştim. Buz gibiydi, dalgasızdı, sanki bacaklarıma soğuk su kendi isteğiyle sarılıyordu, öyle heyecanlandırmıştı o temas beni. O ışıl ışıl suyu kucaklayan karada ilk defa ağlamış, ilk defa gülmüş, ilk defa köpek sevmiş, ilk defa bisikletten düşmüş, ilk defa bira içmiş, ilk defa sevişmiş, ilk defa direnmiştim ve orayı senelerce ev sanmıştım. Yanılmışım. Görece çirkin, karanlık, şuursuz sokakları bir şekilde birbiriyle anlamsız yerlerde kesişen boğucu, kasvetli, pahalı, cansız bir şehrin otogarına indiğimde şaşırtıcı biçimde tanıdık bir hisle burnumun ucu üşüyünce anladım evin neresi olduğunu. Zaman geçti, ay oldu, yıl oldu, sokaklarında yürüdüm, kaldırımlarına kustum, çimenlerinde yattım, duraklarında ağladım, gecelerinde terledim, sabahlarında dondum, Mirkelam’ın sözünü dinleyemedim, hem kıvrıldım hem kırıldım, yalnız kaldım, ölüyorum sandım, öyle hemen ölünmüyormuş, onu anladım, debelendim durdum. Çok ağaç vardı etrafımda, panik oldum, sonra bi’ baktım hepsinin kökü ayağımın altında yatıyor, heyecanlandım, daha çok bağırmaya başladım, gözlerim benden bağımsız sulandı ilk defa, dizlerim titredi korkudan ama titrediğim belli olmasın diye koşmak zorunda kaldım, koştum, durdum, arkam bir yığın insandı. Güvende hissettim. Hiç fark etmeden bırakmışım kendimi kucağına o karışıklıkta. Biraz zaman geçip de aynı otogara başka şehirden gelip indiğimde de anladım ilklerin hiçbir önemi yok, asıl içimde yer edenler sonlar zaten. Doğduğum yeri değil de ölmeyi istediğim yeri ev yapan da o sonların cıvıltısı. Sanki o ilk defa yaşadığım her şey bulanıklaştı da ben küçücük odalarda sonları düşünüyordum hep. Günler nasıl geçecek, bu devran ne tarafa doğru dönecek, ben bu ev yaptığım şehri ne zaman bırakıp gitmek zorunda kalacağım, bilmiyorum. Ama biliyorum, burada ölemesem de, burada kendimi tekrar doğuramasam da her yer cehennem gibi hissettirdiğinde bulacağız birbirimizi yine. Denizler, yollar, manzaralar, güneş sarısı, kapı önlerindeki yasemin kokusu, küçük çocuk sesi, çirkin mangal kokusu ve başka onca anı, hiçbiri değil sarıldığım. Yine buz gibi bir havada otogarda ineceğim, ilk defa görüyormuşum gibi seni heyecandan midemde adını koyamadığım bir şeyler filizlenecek ve bir yokuşun kaldırımından hızlı hızlı çıkarken minnetle gülümseyip diyeceğim ki ev burası, döndüm dolaştım buldum işte yine. En son burada ağlamış, gülmüş, köpek sevmiş, bisiklete binmiş, fıçı içmiş, sevişmiş, direnmiş ve evin aslında ne olduğunu anlamıştım. Hatırla beni.