Saat on ikiyi geçerken, kalbimin sesini dinlemeye çalışırken kulaklarımda bilmem kaçıncı müzikle kendimle baş başa kalmaya çalışıyordum. Hayatım ellerimden kayıp giderken lüzumu olmayan konular hakkında ve kişilerle beraber oturmuş, hayatımızı yazıyorduk. Herkes ruhunu uykuya almıştı. Bense öylesine kalakalmıştım. Ruhumu uyandırmam gerekiyordu ki kendimi toparlayayım. İçimdeki çığlıkları bastırmak için derin derin nefes alıyordum. Çünkü yalnız kalsam çığlık atacağımı biliyordum. Az sonra masada duran bir telefon çaldı. Benim telefonummuş. Bilinmeyen bir numara idi. Açtım. Kütüphanedeki kız mıyım diye merak ettiğini soruyordu karşıdaki kişi. Zihnimi toparlayıp bugün yaşadığım olayı hatırıma getirmeye çalıştım. Esas olan nokta şu ki, benim numaramı nasıl bulmuştu? Benim olduğumu öğrenince de telefonu suratıma kapattı. Kalakaldım.


İnsanları anlamıyordum. Bunu defalarca hayatımda olan insanlara da aktarıyordum. Ne yaptıklarını, hayattaki amaçlarının ne olduğunu anlayamıyordum. Ben kendimi de anlayamıyordum. Masanın etrafındaki insanlar bana bir şeyler diyorlardı. Duyamadım. Kendimi dinliyordum çünkü, mühim bir şeydi bu. Bu sefer gözlerimi kapattım. Ruhumu da uyandırmaya çalışmaktan vazgeçtim. Sürükledim kendimi. Ölüme.