Sabah saat 09.00. Uyandım, daha doğrusu uykudan fırladım. Her zamanki gibi bir çukura düşermişçesine gördüğüm o rüyayı gördüm yine. İçimde bir sıkıntı var. Genelde insanlar bu rüyayı görünce gününün kötü geçeceğine inanır. Batıl mı, hakiki mi, bilemiyorum. Ama ben de o insanlardan birisiyim. Tatsız tuzsuz bir sabah oldu. Üç beş zeytin, bir dilim ekmek, biraz da peynir yedim. Doymadım ama yiyesim yoktu. Bugün hafta sonu, günlerden cumartesi. Dışarı çıkmak için hazırlandım. Saat on olmuş. Çıktım dışarı ama boş boş yürüyorum. Az kalsın bir sokak direğine kafamı çarpıyordum. Son anda fark ettim. Belki de sabahki rüyanın bir tesiri bu olay. Salak salak konuşma diyorum kendime. Yürüyüşü kısa kesiyorum. Eve dönerken yolda bir kaza görüyorum. Araba bir kadına çarpmış, kadın yerde yatıyor. Etrafı polis, ambulans ve insanlarla çevrilmiş. Acaba bu kadın da mı aynı kötü rüyadan gördü? Acaba bana da mı araba çarpacak? Bunları düşünerek eve doğru yol alıyorum. Marketten bir paket sigara alıyorum, bir de ekmek. Eve geldiğimde saat 12 olmuş bile. Bir sigara yakıyorum. Biraz oturup kitap okuyorum. Dostoyevski. Ne kadar karanlık bir yazar. Acaba kitaptaki olaylara benim rüyam mı neden oluyor? Ya Dostoyevski de bu kitabı yazarken benim rüyamdan gördüyse diyorum kendi kendime. Sonra gülüyorum. Saçmalama diyorum. Yaklaşık iki üç saat kitap okumuşum. Çok monoton bir gün oluyor. Saat 15.00'te bir şeyler atıştırıyorum. Az uzanıyorum. Uyandığımda saat 17.00'ye geliyor. Kalkıyorum, kendime akşam yemeği hazırlıyorum. Yemeği hazırlayıp yiyene kadar saat 19.00 olmuş bile. Yemeğimi yerken bir yandan televizyondan haberlere bakıyorum. Hep aynı şeyler: Kavga, tecavüz, kaza, afetler, siyaset... Hep aynı şeyler. İnsanın içini karartmaktan başka bir işe yaramayan haberler. Zaten keyifsiz olduğum bir günde bu haberler iyice keyfimin içine ediyorlar. Ne kadar televizyona bakmışım, bilmiyorum. İçim geçmiş, dalmışım. Televizyonda bir film var. Bir kadının ağlama sesine uyanıyorum. Saate bakıyorum, 23.00 olmuş bile. Nasıl bu kadar uyumuşum, hiç fark etmedim. Günü kazasız belasız atlatmak üzereyim. Tabii tanık olduğum haberler ve denk geldiğim kazayı saymazsak. Biraz meyve yiyorum. Saat 23.45 gibi yatmak için kalkıyorum. Lavaboda dişlerimi fırçalamaya gidiyorum. Telefon çalıyor. Sanki birisi inatla açmamı istiyor gibi. Telefona yetişmek için koşuyorum.


"Alo." diyorum.

"Alo, iyi günler, Ahmet Bey'le mi görüşüyorum? " diyor telefonun öbür ucundaki.

"Evet benim, siz kimsiniz?"

"Ben başkomiser Ersan, sizi İstanbul Kadıköy İlçe Emniyet Müdürlüğünden arıyorum. Mehmet Bey'in kardeşisiniz değil mi? Aile yakınlarından sadece sizin iletişim bilgilerinize ulaşabildik."

"Evet benim, ne oldu, ona bir şey mi oldu? Komiser bey? Bu saatte neden aradınız?"

"Ahmet Bey sakin olun lütfen. Emniyet şubemize gelebilme imkanınız var mı?"

"Tabii ki, hemen geliyorum."


Telefonu hemen kapatıp çıkıyorum, arabama atlayıp hemen emniyete gidiyorum. Kaç dakikaya geldim, nasıl geldim, hiç bilmiyorum. Komiser beni karşılıyor. Ve o an tekrar o sabahki sıkıntıyı içimde hissediyorum. Tüm gün içimi her yerde kemiren peşimi bırakmayan sıkıntı. Polis kardeşimin arabasıyla kaza yaptığını ve hayatını kaybettiğini söylüyor. Polis bunu söylerken kendimden geçmişim, bayılıp yere yığılmışım. Uyandığımda hastanede serum bağlı halde buldum kendimi. Kardeşimin cesedini almaya gelmişiz. Yaşananların hepsi o rüyanın suçu. Serumun etkisiyle tekrar uykuya dalmışım. Uyandığımda duvardaki saate bakıyorum, saat iki. Yine aynı rüyayı gördüm. Fırladım birden. Hâlâ hastanedeyim. Keşke bunlar bir rüya olsaydı. Ama değil, hepsi gerçek. Sabahtan beni içimde bir sıkıntı var diyordum ya, artık o sıkıntı yok. Bir kuş gibi uçtu gitti. Gün biterken ben tekrar uykuya dalıyorum...