Her anın binlerce hareketten oluştuğu, gündemin asla durulmadan gittikçe kudurduğu, bizi içinde yaşatan bu zamanda her şeyi düşünmekten bir türlü alamıyorum kendimi. Zihnim, belki benim farkına varamadığım bir baskının altında, sürekli aktif olmaktan çok yoruluyor, ki çağın mecbur bıraktığı ve bir noktada anlayış gösterdiğim bir yorgunluk bu.
Her şey bu kadar hareketliyken, düşündüklerinizi sadece kendinize saklayıp kafanızın içinde muhafaza etmeniz çok zorlaşıyor. Bu zorluğa bir çözüm bulmak zorunda olduğuma karar verip her şeyi yazmaya başladım. Bazıları çok özen gösterdiğim, üzerinden estetik kaygı akan yazılar; bazılarına da yazı demeye bin şahit. Bu karmaşanın içinden bir sıkıntı doğdu, yazdığımda içime sinen yazıları bazen bir gün, bazen iki ay sonra okuduğumda kurduğum cümleden utanacak kadar yok etmek istedim. Beş sene önce ergenliğin verdiği melankolik ruh hâliyle yazılmış şiiri ya da ilkokulda yazılmış saçma günlüğü okumuşum gibi bir utanç ve nefretti bu. Evet, resmen utanıyordum. Piyasaya virüs gibi yayılan ve biraz tanınınca herkesin yazdığı anlamsız sözdekitapları okuyormuş gibi utanıyordum. Kendimi yazarak çok rahat ve iyi ifade ettiğimi düşünürken, bu durum bana müthiş bir özgüven eksikliği yarattı. Düşündüğümü sürekli içeride tutuyordum, üstüne düşündükçe bu fikirlerin binlerce ince kablo gibi birbirine karışıp kocaman bir yumak oluşturması beni delirtiyordu. Berbat hissettim, hiçbir şeyi beceremiyorum dedim, hiç üretken olmadığımdan ve olamayacağımdan emindim, her şey için yetersiz ve hevessizdim. Bunca fikirden çok uzak, hepsiyle olabildiğince zıt bir şey geldi aklıma sonra: Değişim ve gelişim. Kendimi beğenmeme sebebim belki de yetersizlik değil de gelişimdi. Eğer iki ay önce yazdığımı beğenmeyecek kadar geliştiriyorsam kendimi bu müthiş bir ilerlemeydi. Çok küçükken yaptığımız bir şakayı şimdi hatırlayınca “Abi bu neymiş ya?” dememizin sebebi büyümemizle, edindiğimiz inanç ve ideolojiyle, yeni tanıştığımız insanlarla şekillenip değişen mizah anlayışımızdı ve bu iki durum arasında bence yeterince sağlam bir bağlantı kurabilirdim.Her şey o kadar kötü değildi ama her şey o kadar hızlıydı belki.
Şimdi kestiremediğim bir sürü ihtimal var. Gerçekten her şey çok kötü ve ben kendimi mi kandırıyorum “gelişim” diye, yoksa bu düşündüğüm gibi ele avuca sığmadan gittikçe ilerleyen bir süreç mi, bilmiyorum. Ama umarım on sene sonra şu anki yerime, düşündüklerime, izlediklerime, dinlediklerime, sevdiklerime bakınca “Abi bu neymiş ya?” diyeceğim kadar geliştirmiş olurum kendimi.