"1,2,3..." Ayaklarımı yere sürttüm. "12,13,14..." İşte burası. Limandan tam on sekiz adım sonra. O hep geldiğim kaldırım. İçimdeki şeytanlarla boğuşurken kenarını tırnaklarımla yonttuğum ve her gece senin karşında içimdeki kirlenmiş düşünceleri kustuğum. Oturdum. Soluk alıp vermem daha düzene girmemişti. Sana baktım. Yine oradaydın. Elim cebime gitti, bir sigara çıkardım. Çakmağı yakmam için tam sekiz kere basmam gerekti. Küfür ettim. Seninle aramızda üç yüz seksen dört bin dört yüz üç kilometre var. Yine küfür ettim. Duman, düzene girmeyen soluklarım arasında üç kere öksürttü beni. Buraya dört aydır, her gece saat 23.03'te geliyorum. Seni doğduğumdan beri tanıyorum ama ilk on beş yaşımda farkına vardım. Zaten ben hayatın ikiyüzlülüğüyle de on iki yaşımda tanışmıştım. Bu gece ben konuşmak istemiyorum, sen konuşur musun? Biliyorum, sen pek konuşkan değilsin ama benim iç kavgamdan daha önemli şeylerdir senin gördüklerin. Her insanı görebilmek de cesaret ister. Doğru diyorsun, mühim olan her insanı görebilmek değil, her insanı anlayabilmek. Beni anlıyor musun? Beni anladığını söylediği onlarca insan gibi mi anlıyorsun beni, yoksa kendin gibi mi? Mesela... Mesela görüyor musun içimdeki boşluğu? Aynaya baktığımdaki o yorgun yüzümü anımsama sen. Sana bakarken hep gülümsemeye çalışıyorum zaten ben.
Bugün buraya, eğer utanmasam çırılçıplak gelirdim. Ruhumun kostümünü giyerdim. Ama benim yaralarım fiziksel değil. Olsa ellerinden olurdu merhemi. Onu da özenle sürerdin. Tuz olan insanlara inatla, sen hep en iyisi olurdun.
Sorma bugün ne olduğunu, ben de bilmiyorum. Herkesten çok gülmüşüm, öyle diyorlar. Gülmek benim duvarım olmuş artık. Korkma duvar dediysem, onu da senin en sevdiğin renge boyadım zaten ben. Sadece üşüyorum bazen, yalnızlıktan mıdır, yoksa duvardan mıdır, bilemem. Belki oraya bir mum koymalıyım. Her zaman önümü aydınlatacak sen olmayacaksın ya yanımda, biraz da ona bakar ağlarım. İnsan olsan giderdin, nihayetinde değilsin. O zaman mum sadece ısıtmalı bedenimi. Böyle başa çıkıyorum işte. Başa çıkıyorum dediysem aldanma, ayağıma taş değse ağlarım ben.
Birkaç yakıştırma yapmışlar benim adıma geçen yine. Birisi çıkmış "çok dürüst" demiş hatta. Halbuki bir bilseler kendime ne yalanlar söylediğimi utanırlardı kurdukları her cümleden. Sen yine de üzülme, çabalıyorum iyi bir insan olmaya. Sadece bazen, özellikle gece olduğunda ve kendimle baş başa kaldığımda boynuma bir halat dolanıyor. İlmekleri sevdiğim insanların ellerinden. Gevşemiyor, hatta aksine her gece daha çok sıkıyor boğazımı. Artık nefes almak güç bana. Sana bakarken hariç. Sana bakarken nefesle doluyor ciğerlerim. Gözlerimi kamaştırıyor ışığın. Keşke hep benimle kalsan.
Ben çok erken yaşta büyüdüm biliyorsun. Ruhumu beyaz tutmaya çalıştığım her an yine siyahlara bulandım. Dokunduğum her yeri güzelleştirmek isterken savaş alanına döndürdüm. Sonra o savaşlardan tek tek mağlup ayrıldım. Benim olduğum yerde mağlubiyet de bir zafer sayılmaz mı? Ben, bana bahşedilmiş bu ruhla yaşayarak zaten en ağır cezayı çekiyorum. Ama sen düşünme, daha kaybedilecek çok savaş var.
Kör bıçak gibiydi zihnim. Yavaşça biledim. Fazla keskinleşti. İçindeki her şeyi öldüren bir canavara evrildi. Yaşadığım dünyada kendi zihnime canavar demek de biraz ayıp geldi değil mi? Sen şanslısın, dünyadan tam üç yüz seksen dört bin dört yüz üç kilometre uzaktasın. Çünkü sen de biliyorsun. Burası içindeki mutsuzluğu başkalarının hayatlarına dil uzatarak kapatan insanların, körelmiş zihinlerin, bahşedilmiş aklı hep başkalarına vermeye çalışanların evi. Bizim gibiler ellerinde içinde dünyevi hiçbir şey olmayan bavulları ve hiçbir yeri evi olarak göremeyen gözleriyle sadece uzaklara bakar.
Saat 02.17 olmuş. Bak, yeni gün çoktan başlamış. Ben gidiyorum. Yine geleceğimi biliyorsun şayet senden başka ne yerim ne de yurdum var. Hoşça kal. Ay...