ilk yayım yerinden okuyabilirsiniz. https://www.iqsozluk.com/topic/ifade-ozgurlugunun-sinirlari/
ifade özgürlüğünün sınırlarından bahsetmek her zaman zor bir süreç. neyin söylenip neyin söylenemeyeceği genellikle söyleyenin kırılganlığı ile doğrudan orantılı. örneğin yeterince güçlü bir pozisyondaysanız milyonlarca insana "bunlar sürtük" diyebilirsiniz. eğer böyle bir gücü olmayan sıradan çinko karbon bir vatandaşsanız stand-up komedisi yaparken bile dikkatli olmanız gerekir.
ifade özgürlüğünün sınırları hakkında konuşmaya çalışırken dikkatli olmak gerekir zira tüm sınırlar gibi bu sınırlar da epey keskindir. aşılması halinde insanın başına nelerin gelebileceğini kimse önceden kestiremez. tam olarak bu yüzden tüm özgürlükler gibi ifade özgürlüğü de kişinin cesaretinin sınırlarında biter.
ben ifade özgürlüğünün hiçbir gerekçe ile sınırlanmaması gerektiğini düşünen o "liboş" kanattanım. bunun da temel gerekçesini aslında john stuart mill'de buluyorum. (bkz: john stuart mill ve özgürlük). mill özetle, eğer ifade özgürlüğünü yasaklamayı herhangi bir neden ile meşrulaştırırsak bunun esas sonucunun "doğru olanı" bulmakta zorlanmak olacağını söylüyor. haklı, çünkü ifade özgürlüğünü yasaklamak isteyen insanların ortak özelliği mutlak olarak haklı olduklarını ve ilgili konu hakkında ancak onların düşündüğü sınırlar dahilinde düşünülebileceğini sanmaları. allah-peygamber- din hakkında pozitif şeyler söylemek olarak ifade özgürlüğü vardır örneğin memlekette, ancak meselenin negatif tarafı hakkında konuşurken dikkatli olmak gerekir. aynı şeyi atatürk için de söyleyebiliriz. atatürk övmenin her türlüsü ifade hürriyetidir, yermenin her türlüsü vatana ihanet.
geniş kesimlerce ifade özgürlüğünün sınırları olarak görülen, iftira - hakaret - kutsal eleştirme konularında bir kaç kelam etmek istiyorum.
iftiradan başlayalım. iftira ifade özgürlüğünün içinde midir? öncelikle kısa yanıt, evet. zira ortaya konulmayınca iftira olup olmadığının anlaşılmasının da önü tıkanmış oluyor. öte yandan eğer iftirayı ifade özgürlüğünün sınırlarına bir kural olarak yerleştirirsek erdoğan'ın ekonomi bilmediği "iftira"sı da aynı gerekçe ile başımıza işler gelmesinin sebebi olabilir.
tabii temel itiraz sosyal medya üzerinden yayılan iftiranın kişinin hayatını mahvedebileceği ve geri dönüşünün çok zor olduğu olacaktır. bu itirazı yapanların öncelikle tamamen haklı olduklarını belirtmek isterim. biri hakkında tecavüzcü olduğu yönünde bir iftira kampanyası başlarsa - (bkz: umut özkırımlı vakası ve feminist iftiracılık)- o kişinin kariyerinin bir daha asla "normal"e dönemeyeceğini hepimiz biliyoruz. bu da bizi bir yol ayrımına getiriyor: ya devlete(!) iftira-yalan haber olabilir iddiası ile ifade özgürlüğünü kısıtlama yetkisi vereceğiz ya da iftiraların birilerinin hayatını mahvetmesine seyirci kalacağız.
bu ikilemi aşmanın yolu iftira olduğu kanıtlanmış bir verinin sahibinin çok ağır yaptırımlara maruz bırakılması. ancak sosyal medyada anonimliğini korumayı başaran ya da yargı erkinin görev alanının dışında ikamet eden kişilerin iftiraları bu çözümün de önünde ciddi bir engel olarak hala duruyor. görünen o ki adaletin tesisi için yasamanın da globalleşmesi gerekiyor.
iftira meselesini şimdilik burada bırakıp ifade özgürlüğünün sınırı olarak belirlenmeye çalışılan ikinci meseleye geçelim: hakaret. "hakaret etmek ifade özgürlüğüdür." derseniz özellikle cahil bir kimse ilk tepki olarak size sövecektir. bu konu hakkında uzun uzun konuşmaya gerek yok, söz ile eylem birbirinden farklı şeylerdir. hakareti hiç bir grup hoş karşılamaz ve genellikle edepsizliğin, cahilliğin, kendine saygısızlığın bir semptomu olarak görür. ancak eğer bu konuda aşırı erkeklik gösterip hakaretin de suç kapsamına girmesi gerektiğini düşünüyorsanız o halde hükümetimizin ülkemizi tam olarak mükemmelen yönetemediği gibi bir "hakaret" ortaya koymanız durumunda başınıza geleceklere şimdiden rıza göstermiş olduğunuzu hatırlatmak isterim. sağda solda aşırı erkeklikle - kimse bana sövemez!!ccccc!11- övünmek karşılığında devletin eline bu şekilde bir yetki vermeye rıza göstermeği oldukça çocukça buluyorum. konu hakkında en liberal eleştiri ise neyzen tevfik'e yakıştırılan o meşhur dörtlük olabilir:"türk milleti gariptir / her lafı kaldırmaz / i.ne dersin kızar da / s.kersin aldırmaz."
son ve benim en çok sevdiğim konu ise "kutsal eleştirme" konu hakkındaki görüşlerimi temelde (bkz: kuran'ın yakılması ifade özgürlüğüne girer) başlığında yeterince açıkça ifade ettiğimi düşünüyorum. ama tabi bu şekilde söyleyince de sanki sadece dine saldırmak ifade özgürlüğüymüş gibi algılanıyor. mesele "din" ile ilgili bir mesele değil, dinciler aşırı tepki gösterdikleri için öyleymiş gibi görünüyor sadece. muharrem ince denen akp'li şahsı ele alalım. babala tv yayınında açıkça "atatürk kırmızı çizgimizdir, eleştiremezsiniz!!" dedi. eleştiririz muharrem. eleştirebilme hakkı için de sonuna kadar mücadele edeceğiz. tabii burada bitmiyor mesele, feminizmi eleştiremezsiniz zira tüm ezilmiş kadınların kutsal fikridir, sosyalizmi eleştiremezsiniz zira tüm ezilen işçilerin kutsal kurtuluşudur, milliyetçiliği eleştiremezsiniz zira tüm milletin kutsal birliğidir, yasaları eleştiremezsiniz kutsal, polis asker eleştiremezsiniz kutsal, ana babanızı bile eleştiremezsiniz ana baba hakkı kutsal olduğu için.
meselenin özü bence yeterince açık. bir şey hakkında onu küçük düşürecek, değerinden azaltacak bir şey söylemek o şeyden beslenen sürü ahlakı sahipleri için her zaman yasak olacak. kendileri bir şey söylemeye cesaret edemedikleri için de söyleyenlere her zaman nefretle bakacaklar. dikkat ederseniz din ile ilgili eleştiri yapanları sıkıştıranlar imamlar değillerdir, karısını bacısını şeyhine badeletmeye götüren tiplerdir genellikle.
son söz olarak, ifade özgürlüğünün sınırları doğrudan ahlak ve toplumla ilgili bir mesele olduğu için her zaman yasal bir zeminde tartışılmak zorunda kalacak. bu da aslında soruyu en acımasız haliyle şuna indirgenebilir hale getiriyor: "ne söylersek devletin bizi dövmeye hakkı vardır?" bir hürriyetçi olarak benim yanıtım "devlet kimseyi bir şey söylediği için dövme hakkına sahip olmamalıdır." umarım avrupa'nın 200 sene evvel anladığı bu meseleyi biz de en yakın zamanda anlamayı başarabiliriz.