Her şey Bayındırlık Bakanlığı'ndaki memuriyeti kazanmamla başladı. Daha işe gireli 1 gün olmamıştı ki bütün tanıdıklarım beni aramaya başladılar.
-Tebrik etmek için mi?
-Yani ben de öyle düşündüm. Ne zaman görüşüyoruz, diye sormaya başladılar. İlk gün işlerim vardı, akşama kadar onlarla uğraştım. Bilirsiniz memuriyetin ilk günü bir sürü yerden kâğıt, evrak alıp imzalatıp mühürletirsiniz, ben de onlarla uğraşıyorum.
-Hı hım ya sonra?
-O gün görüşmedim arkadaşlarımla. Ertesi gün işten çıkar çıkmaz yanlarına gittim. Aslında çok yorgundum, gitmek istemedim; bana kalırsa hafta sonu da görüşsek kafiydi. Ama dostlarım sürekli arayıp duruyorlardı, onları kırmanın kabalık olacağını düşündüm ve akşam onlarla buluşmaya gittim.
-Her şey o zaman mı başladı?
-Evet o zaman başladı. Bilseydim hiç gider miydim?
-Neler olduğunu merak ettim.
-Anlatayım, anlatayım da dinleyin.
-Lütfen buyurun.
-İlk önce bir çaycıda buluştuk. Birer çay içiyorduk ama arkadaşlarımın suratı beş karış. Benden bir şey bekler gibi bir havaları vardı ama tam anlayamadım. Laf arasında sürekli tatlı olsa yerdik, karnımız da aç bir kebap olsa ne iyi giderdi gibi şeyler söylüyorlardı. Sohbete muhabbete pek yanaşmıyorlardı. Dediğim gibi başlarda anlam veremedim tabii ama sonra anladım.
-Amiyane bir tabirle "ıslatmak" istiyorlar yani?
-Evet tam olarak öyle. Ben de sonunda dayanamayıp bir lokantaya götürdüm onları.
-Lokantayı beğendiler mi bari?
-Daha yoldayken, kebabı en iyi şurası yapar, oraya gidelim diye tutturdular. Öyle yaptık. İnanın çok az param vardı ama bir yerde kendimi mecbur hissettim. Bir yandan da umarım ucuz şeyler söylerler diye dua ediyordum içten içe.
-Onlar da öyle yapmış olsa gerek.
-Hayır tam aksine yedikleri şeylerden tam iki porsiyon söylediler. 2 sürahi de ayran içtiler. Meze bitti üstüne meze dahi istediler. Fena derecede yediler.
-Anlaşılan sizinle buluşmaya oldukça aç gelmişler.
-Zannederim öyle. Kasaya giderken ayaklarım geri geri gider gibiydi. Hesabı görünce nutkum tutuldu. Elim titreyerek verdim hesabı. Cüzdanımın kalınlığı yarı yarıya düştü. Kasiyerin bana acıdığını hissettim. Ona farkında olmadan beni kurtar dercesine bakışlar atmış olmalıyım. Dışarı çıktık ki felaket henüz bitmemiş, onu fark ettim.
-Ne oldu?
-Yemeğimizi yedik ama tatlımızı daha yemedik, dediler. Tatlıcıya gidelim, diye tutturdular. Ben de el mecbur bir pastaneye götürdüm. Pastaneye tam oturmuştuk ki arkadaşlarımdan birine telefon geldi. Beş dakika geçmedi ki ortama hiç tanımadığım iki kişi daha peyda oluverdi.
-Kimmiş onlar?
-Arkadaşım diğer arkadaşlarını da davet etmiş pastaneye.
-Büyük şanssızlık.
-Hepsi tam bir kilo baklava yediler. Hesap daha da kabarmasın diye ben bir tane dahi yemedim.
-Bu kadar şeyi nasıl yediler?
-Ah bir bilsem efendim bir bilsem. Kıtlıktan çıkmış gibiydiler. Garsonlar bize servis yapmaktan yoruldu. Bahşiş dahi bekledi.
-Bahşişi de siz mi verdiniz?
-Evet, bahşiş vermek durumunda kaldım. Söylemeye dahi gerek duymuyorum, arkadaşlarımın cebinde akrep var, katiyen bahşiş vermeye yanaşmadılar. Garson da arsızın tekiydi, bahşiş için bir hayli üsteledi. Artık eve gitmenin yollarını aramaya başladım. Pastaneden çıktık. Bu sefer de kahve içelim, diye tutturdular. Ben gecenin başında oturduğumuz kıraathaneye gidecektim. Bizi götüre götüre oraya mı götürüyorsun, şurada manzaralı bir yer var oraya gidelim, dediler.
-Gittiniz değil mi?
-Gittik, evet. Kahvenin fincanı 25 liraydı. Kahvelerini de içtiler. Bir çıktık ki paça çorba içmeyecek miyiz diye sordular.
-Bu kadarı da fazla ama!
-Ben de artık dayanamayıp bütün gece yedik içtik hala paça mı içmek istiyorsunuz, dedim.
-Tamam sana çok yüklendik paça da bizden olsun dediler. Paçacıya gittik. Çorbalarımızı içer içmez arkadaşlarımızdan birisi lavaboya gitti. Öbürüne telefon geldi, görüşmek için dışarıya çıktı. Birisi de lokantada bir tanıdık görüp onunla hasbihal etmeye gitti. Ben de masada öylece oturup gelmelerini beklemeye başladım. Bir süre sonra garson sürekli gelip "bir isteğiniz var mı?" diye sormaya başladı.
-Gizliden gizliye kalkmanızı istiyorlar.
-Muhtemelen. Hayli yoğun bir yerdi, arkadaşlarımı beklerken masayı uzun süre işgal etmiş olsam gerek. Sonunda iyice rahatsız olup garsona hesabı ödedim. Kapıya çıktıktan birkaç dakika sonra akbaba arkadaşlarım yanıma geldiler. Hesabı biz ödeyecektik sen neden ödedin dediler.
-Ne kadar da iyi niyetliler.
-Durumu anlattım, neyse bu seferlik senden olsun sonrakini biz öderiz, dediler.
-Bu seferlik mi?
-De mi ya, bu seferlik mi? Geceyi nargilecide kapatalım diye tutturdular. Ben de açıp cüzdanımı gösterdim. Boş olduğunu görünce saat geç oldu eve mi geçsek demeye başladılar. Ev yolunda da önümüzdeki cuma da mangal yapmaya gidelim diye konuşmaya başladılar. Birisi abartıp yazın gideceğimiz tatilin planlarını yapmaya başladı. Antalya’da çok uygun oteller varmış bütçemi zorlamazmış. Ben oteli karşılayacak kadar zengin miyim, diye sordum. Koskoca Bayındırlık Bakanlığı'nda memursun sana koyar mı, dediler. Bir an olsun beni düşünmek bir yana koparabildikleri kadar koparmanın yollarını aradılar. Kimlerle arkadaşlık ediyormuşum böyle diye düşünmeye başladım.
-İnsan bir teşekkür eder doğrusu hiç mi teşekkür etmediler?
-Hayır etmediler.
-Sonunda eve gidebildiniz mi peki?
-Evet gittik ama tüm gece sinirden ve düşünmekten uyuyamadım. Sabah kalktığımda ev sahibi kapıya gelmişti. Memurluğu kazanmışsın kiramı ver artık dedi. Ödeyemedim çünkü gerçekten param kalmamıştı. Daha da kötüsü müstakbel nişanlım beni aradığında buluşmadan kaçmak için türlü bahaneler bulmam gerekti. Onu bir yerlere götürecek param da kalmamıştı ve buluşmayı ektiğim için nişanlım bana darıldı. Ah bir bilse ne durumda olduğumu. Sizin anlayacağınız sosyal ilişkilerim bozuldu. Harcadığım paraya ve bu kadar salak olmama yanıp duruyorum. Hep bu tongaya nasıl geldim diye düşünüyorum.
-Sorun sizde değil ki. Siz gerçekten iyi niyetlisiniz. Arkadaşlarınız ise sizin bu iyi niyetinizi suistimal eden, nasıl denir görgüsüz ve aç gözlü insanlar. Sizin buradaki tek hatanız yanlış arkadaş seçimi yapmak. Gerçek arkadaşlar birbirine karşı bu kadar acımasız olmazlar.