Bugün uzun zamandır girmediğim bir yükün altına girdim. Korkmuyordum dersem yalan olur. Nasıl bir his olduğunu unutmuştum zira. Üstelik zevk verdiği kadar acı da veren bir eylem bu. Uzun süredir içinde bulunduğum mutsuzluk ve umutsuzluk halinin çözümü olacağını düşünüyordu çevremdeki bazı insanlar. “Mutluluk iki bacak arasında” mottosunu benimsemiş insanlar bunlar. Ben de gündüz vakti evin kuytu köşe bir noktasında tekrar deneyimledim, arkadaşımdan ödünç aldığım oyuncağı ile. İlk hareketler biraz ürkek oldu haliyle. Tecrübesizliğin ve ürkmüşlüğün tedirginliği ile ağır hareketlerle başladık. Saniyeler geçtikçe nemli, ıslak bir zevk ve acı dalgası kaplamaya başladı içimi. Terler önce alnımdan başlayarak -bazen gözlerime de uğrayıp onlara da acı çektirerek- yanaklarımdan ve son durak olarak çeneme uğrayarak yere damlamaya başladı. Sonra sırtımdan da kayıp aşağıya doğru indiklerini hissettim. Artık acıdan çok, eylemin verdiği zevki hissetmeyi tercih ediyordu bedenim. Hormonlar azmıştı resmen. Sonrası malum, duş alıp çıktım evden. Şimdi zihnim ne kadar zevkli taraflarını hatırlamaya zorlasa da bedenimi, o acıya mahkûm. Yürürken zorlanıyorum, oturmak ise -hele sert zeminlere- tam bir işkence. Ama olsundu. Acı da zamanla geçer zaten. Sonra o insanın içinde kelebekler uçuşturan hissi kalacak zaten, biliyorum. Mutluluk gerçekten iki bacak arasındaymış. Yaşasın bisiklet.


19.02.2018

ODTÜ