Ahmet abi vardı, bakkal.

sadece bakkal değildi aslında, daha çok bir abi,

abiden çok, bir acı gibi.

kalın bir ceket giyerdi yazları ve kışları,

kendine sarıldığını düşünürdüm yalnızlıktan.

vitamin eksikliğinden dişleri dökülen arabesk şarkılar dinlerdi sabahları,

ve sabahları ölmek istese yüzü tutmazdı buna.

bir şarkı söylemeye ne zaman niyetlense bozulurdu ağzındaki ses düzeni

iki paket sigara içerdi, çok sürmez ölür dedim insan olmaktan.


allaha inanmadığını düşünür ve bu beni korkuturdu her ezan okunduğunda.

inanmayışını aksayan bir ayağına ve de sürekliliği devam eden ferdi tayfur dinleyişine bağlardım.

tek kale maç yapardık ve her defasında ben geçerdim duvarın kale sayıldığı o noktaya.

kendimi ilk kez işe yaramaz biri olarak hissettiğimde, içimin kuru kalabalık gibi duran yerlerinden seslenmiştim,

bende iyi bir golcü olabilirdim!

şeref tribünüdür dedi bu bakkal,

önemli olan orada ne kadar durduğun değil, burada ne kadar oturabileceğin.

ağlayabileceğimi düşünüp sakalları ile öpmüştü beni.

içinden bir sayı tut dedi, kimseye söylemeden.

ağlama sırası bir başkasına geçmesin diyedir düşündüm bunu,

ağlamam dedim, zaten ev kalabalık.

ferdi dinlemiştim o akşam, içimde tuttuğum sayı dokuzdu.

geberene kadar ağladım.

çocuktum ve üstelik kafamın içinde üç oda bir salon vardı, ev bir hayli kalabalık.

üç korner bir penaltı edermiş, üç yanlış bir doğru.

yaşam içinde sıranın bana her geldiğini düşündüğümde mesai saati sona ermiş gibiydi.


iki kere iki beş eder.

bunu ben de biliyordum.

sokak lambalarının uykuya daldığı bir gecede, yitirdiğim kendim ile yetinmeye karar vermiştim.

sigarayı ilk orada keşfettim

şimdilerde, ikinci paket.

devlet dairesinde oluşan mutluluk kadar, inanılması güç.

üstelik, ferdi çalıyordu.

kalbim, aksayan bir ayak gibiydi.

ağlayabileceğimi düşündüğümde kimse öpmemişti sakallarımdan,

ne kadar ömrü olduğu kestiremeyen bir tırnağın etinden koparmaya çalışması gibi kendini.

namaza başlamış, ahmet abi.

sakallarını demli tutmaya karar verdiğinde, ferdi müziği neredeyse bırakma noktasına gelmiş.

allaha inanıyormuş ve ezana.

ikimizin de sesi elverişli değil halen bir türkü söylemeye,

arkamda duvar, kalede yine ben ve şeref tribününde, ahmet abi.

şimdi kalkıp gitsem yanına,

onlarca cinayetten binlerce faili meçhul olandan konuşuruz.

bize dokunmayan yılanları bin kez ezeriz, kuş tutmamış ağzımızla.

dünya derdinden, yoksulluk sınırından, kötü bir haberi gülümseyerek sunan haber bültenlerinden bahsederiz.

küfürler ederiz, olan bitene.

bir şehirde acının nüfus toplamı hesaplanır tahminimce,

hiç bilmiyorum, belki de bunların hiçbirini konuşmayız.

sormak istediğim bir soru olur, bilirim.

biz kimin, kaçıncı şansıyız ahmet abi?