İşler tam olarak nerede sarpa sardı hiç bilmiyorum. Canım ülkemde çocukluğunu gönlünce yaşayamayan birçok yetişkine göre güzel bir çocukluk geçirdiğimi şükranla dile getirebiliyorum. Nasıl söylesem…, hatırımda yaz akşamı, don-ateş ismini uydurduğumuz bir oyun; son donan olup da ebe olmaktansa kahraman olmayıp, önce donan bizler, börtü böcek seslerinin çoluk çocuk sesine karıştığı, komşular şikâyete gelecek diye kaş göz işareti yapıp sinirden çatlamak üzere olan babaannemin uyarılarını kale almayan biz. Annemi gönderiyor hemen yanımıza uyarı babında. O sırada yanında olsam etimi cimciklerdi hemen. Mübareğin eli de bir acıtıyordu ki hala hatırlarım. Bir o, bir de dedemin kulağımızı çekişini unutamıyorum zaten. Zavallı kardeşimin bir kulağının diğerine nazaran daha kepçe oluşunu ona veriyorum şahsen. Tartışmaya açık bir konu olsa da hala güleriz bu duruma.

Yaklaşık bir ay önce işe gitmek için evden çıkıyorum. O sıra saklambaç oynayan çocuklar bir köşede saklanıyor. O an durum bir an izliyorum. Daha sonra her ne kadar yoluma devam etsem de birkaç kez dönüp bakıyorum ardıma. Tam o an hissettiğim duygu neydi? Bunun üstüne kafa yormak için yaklaşık 20 dakikam var. Yürüme mesafesini de ekleyelim 30 dakika yaptı. Hem böylesi işe giderken, sıkış tepiş ilerlediğimiz bu otobüste yolu daha katlanılır kılıyor. Neydi hissettiğim; kıskançlık, geçen yıllara duyduğum özlem yahut yalnızca şimdinin yarattığı bir hayal kırıklığı. 

İş dönüşü üşenmeyip bir durak önce indiysem hala iki tane futbol sahası yaparken niçin birine iki pota konduramadıklarını anlayamadığım sahada, top oynayan çocuklara rastlarım. Kendime izin veririm onları izlemek için. O neşeleri, özellikle birkaç tur top sektirenlerin yüzünde gördüğüm o kendinden eminlik ve memnuniyet duygusu, gole koşanların kıpkırmızı yüzlerindeki kıskançlığa bulaşmamış azim içimi nasıl kıpır kıpır yapar, istemsizce gülümseyiveririm.

Diğer yanım, aksi bir tavırla tek kaşı havada biraz da kuşkulu, soruyor hemen; sen geçmişe mi dönmek istiyorsun canım, hayrolsun?

Kısa bir düşünme süresi.

Yok diyorum sonra. Çocukluktan sonraki farkındalığın başladığı aydınlanma dönemim, Avrupa’daki gibi geçmiyor pek. Dolayısıyla, arkama bakmadan topukluyorum bu zekâ kokan düşünceden. Yine de bir yere kadar kaçabiliyorum işte. İçimde bin bir kavga kıyamet gittiğim işin, yorgunluktan ağlayacak halde döndüğüm evimin yolunda gördüğüm çocuklara kadar kaçabiliyorum. Belki tüm berbat geçen günün ardından tuttuğum gözyaşlarım, güçlü durmaya çalışan bedenim orada salıyor kendini. “O çocuktur anlamaz”, “ne gerek varsa o kadar ıvır zıvır okumaya, çocuk değil mi bu her şekilde büyüyor” diyen el alem. Keşke uzaktan, çok uzaktan, kimsenin çoluğuna çocuğuna değil el, dil uzatamayacak kadar uzak olsa. Güzel dilekler bunlar biliyorum. Hayalde kalmaması için elimi de dilimi de bu yolda eğitiyorum.

Bizi biz yapan geçmişimiz, şimdimiz belki kendimiz için hayal ettiğimiz yoldur. Yaş ilerledikçe çocukluk, içimizde sahil kenarında emekliye ayrılırken ergenlik dediğimiz bir uyanış başlar. Tüm sancılı süreçlere rağmen iyi ki de var. Aksi halde, şüphe etmeseydik, birbiri ile çatışan bir dizi fikrimiz olmasaydı hala derin bir uykuda olabilirdik. Her şeyin bir zamanı olduğu gibi uyanmanın da bir zamanı var. Sadece kimileri biraz erken, biraz geç uyanır o kadar. Yine de tüm miss gibi olan iki s’li çocukluğuma rağmen dönmek istemezdim geçmişe. İyi ki var, yaşamışız dedik de tekrar yaşamanın anlamı var mı? Hiç yani.

Futbol sahasında sabahın yedisinde gördüğüm o çocuğu, uykusundan uyandıran heyecanın kalbimizde daimi olması dileğiyle. Sevgiler…