Aylardır kaçıyordu Neşe. Aslında içinden geçenden, koşan, sarılmak isteyen yüreğinden kaçıyordu. Aşık olduğu adam da peşinden geliyordu. Nereye gitse oradaydı. Tek kelime etmese de orada duruyordu. "Buradayım" diyordu adeta. Oysa ki en ihtiyacı olan zamanda yanında olmayan o değil miydi? Bir de Neşe'yi bu kararı tek başına almakla suçluyordu. Sanki sonsuza kadar onun hazır olmasını bekleyebilecek zamanı varmış gibi... Ama Neşe'nin içinin çok küçük bir parçası bu suçluluğu kabul de ediyordu. Çok mu fevri bir karar almıştı? Yalnızlığı çabuk mu kabullenmişti?İçine çok mu kapanmıştı? Biraz daha ortak bir karar vermek için çabalaması mı gerekirdi acaba? Ama o aslında aşığının isteğinin de bu olduğuna emin gibiydi, kendini bir külfet gibi hissediyordu ve onun sessizliği bu inançları beslemişti. Yine de küçük bir parça aslında o bu kararı tek başına almasa her şeyin çok farklı olabileceğine inanmak istiyordu. O adama bakınca yüreği adeta koşuyordu. Gözleri, o çocuksu masum gözleri, Neşe'nin gözleriyle buluştuğunda içi hala eriyordu. Dudakları, ki bu dudaklar onun defalarca asla kopmak istemezcesine öptüğü, öptüğü, öptüğü dudaklar, hüzünden ve pişmanlıktan kıvrılmış ve hala çok öpülesi geliyordu. Uzaktan bakınca daha da bi albenili, adeta taştan heykel olan bu adama doğru koşan yüreğini dizginlemekte çok ama çok zorlanıyordu. Mantığı konuşunca çok hak veriyor ama yüreği bandoya başladığında o danstan kendini alamıyordu. Hiçbir şeyi düşünmediği, içindeki bu karnını ağrıtan acıyı taşımadan önce, her şeyden önce, öyle güzel duyguları vardı ki... O günleri geri istiyordu. Belki de her şey çok yanlış başlamıştı, çok yanlış ilerlemişti ama doğru devam edemez miydi? Peşini bırakmayan bu tutkulu aşkı ne kadar daha görmezden gelebilir, ne kadar kendini dizginleyebilir, ne kadar öteleyebilirdi? Herkes ikinci bir şansı hak eder miydi?