Akira Kurosawa'nın “Ikiru” Filmi Önemli Sahneler:


a) Watanebe’nin kanser olduğunu öğrendiği ilk an,


Watanabe’nin hastanede midesinde hafif ülser olduğunu öğrendikten sonra büyük bir şokla hastaneden çıkma anı… Watanabe panik ve beklenti içindeymiş gibi ağır ağır ilerlerken filmde bir an için kısa bir süreliğine sessizlik oluyor. Belki de Watanabe bütün hayatını o an sorguladığı içindir, kahramanımız aslında o kadar işlek bir caddedir ki ardı ardına arabalar geçmektedir ama biz o süre zarfında ne araba sesi ne de başka bir şeyin sesini duyamayız, hissedilen tek şey o an korku değil, kahramanımızın otuz yıllık memur hayatı dışında tutunacak bir dal bulamamasıdır. Bu sessizlik hem çok kısa hem de çok uzundur; çaresiz, korkmuş ama en çok da pişman bir adam görünüyor o sahnede. Bu ağır ilerleyen sahneden sonra aniden sesleri duymaya başlıyoruz. Kahramanımız sokağı döner dönmez sesler gelmeye, film de olağan akışında devam etmeye başlar, "Watanabe öleceğini öğrendiği gün yaşamaya başlamıştır." diye bir düşünce sardı beni o an. O sessiz kırılma anı ölmek üzere olan (ya da zaten ölmüş olan) adamın hayata acı da olsa acemi bir şekilde hayata karışmasını düşündürdü…


b)  Yaşamın güzelliğini ancak ölümle yüzleştiğimizde anlıyoruz,


Kahramanımızın bir meyhaneye gidip alkol almaya başladığında bir yazar ile tanışma sahnesini Watanebe için sanki yürümeyi yeni öğrenen bir çocuk tavrına benzetiyorum. Kanser olduğunu yazara söylemesi üzerine yazara parasının olduğunu ama bu parayı nasıl harcayacağını bilememesi çok acı, sanki bunca sene bir hiç için çalışmış gibi, yazar kahramanımıza "Kendi yaşamınızın kölesiydiniz artık efendisi olacaksınız." diyor.


Daha sonra yazar ile kahramanımız eğlenmeye gece kulüplerine gitmeye başlıyor. Bir gece kulübünün bar kısmında ikisi de biraz sarhoşken barda çalışan kadına Watanabe’nin kanser olduğunu söylüyor ve kanser oluğunu bilmesine rağmen yaşamaya çalışmasını övüyor, kadına sen kanser olduğunu öğrenseydin delirirdin diyerek Watanebe için "ecce homo" göndermesi yapıyor. İsa çarmıha gerilmeden önce söylenmiş olan bu cümle "işte insan" demektir. Yazar belki de Watanebe’nin acılarını İsa’nın çarmıha gerilmeden önceki anında yaşanan kargaşaya, acılara karşı duruşunu kastederek barda çalışan kadına "Kanseri bir haç gibi taşıyor." demiştir. Watanabe kanser olduğunu öğrendikten sonra yaşamaya başlamıştır, İsa ise çarmıha gerildikten sonra dirilmiştir. Bu sahneyi de çok çarpıcı buldum. Watanebe için çalışmak sadece zaman öldürmek olmuştur bunca sene. 

 




c) Happy Birthday To You,


Benim için filmin en çarpıcı olan sahnesi Watabe ile aynı iş yerinde çalışan kızın restoranda buluştuğu sahnedir. Bu sahne az önce saydığım diğer sahnelerden daha derin anlamlar taşıyor bana göre. Watanabe kendi deyimiyle yaşamayı bilen, sürekli gülen mutlu olan kızdan ‘yaşama sanatını’ öğrenmeye çalışıyor kendince. Bir başkasının nasıl mutlu olduğunu izleyerek mutluluğu görerek nasıl olacağını çözmeye çalışıyor. Bir noktadan sonra kız bu durumdan sıkılıyor ve artık Watanebe ile görüşmek istemediğini söylüyor Watanabe ise ona nasıl böyle olduğunu onun gibi yaşamak istediğini söylüyor. Filmin ikinci kırılma sahnesi gelişiyor, o sırada restoranda bir grup insan bir doğum günü kulama telaşı içindedir. Kız Watanabe ’ye ‘yiyorum, geziyorum ve yapacak bir şey buluyorum’ diyor korkarak. Watanabe ise benim yapacak bir şeyim dedikten  sonra bir süre sessiz kalıyor o sırada kızın oyuncak tavşanıyla oynuyor Watanebe, sonra "Benim de yapacak bir şeyim var." diyerek merdivenlerden hızlıca iniyor ve o an "Happy Birthday to You" şarkısı söylenmeye başlıyor, Watanebe işte şimdi gerçekten doğmuş oluyor, yaşamak uğruna bir sebep bulduktan sonra gerçek hayatı tatmaya, uğruna savaşacak bir şey bulmuş olarak elinde oyuncak tavşanla çıkıyor restorandan. Oyuncak tavşan bana kaplumbağa ve tavşan hikâyesini anımsatıyor. Hayat, tıpkı tavşan gibi son ana kadar Watanabe’yi yenmiş görünüyor, Watanabe ise otuz senesini yavaş ve ağır olduğuna inanarak geçirmiş, hiçbir zaman tavşanla yarışmayı aklına bile getirmemiş bir kaplumbağa… 

Ve sonunda "yapacak bir şey"  bulan kaplumbağa tavşanı avuçlarının arasına alarak hayatının sonuna kadar koşmaya karar veriyor… Filmin geri kalanını göze alırsak kaplumbağa tıpkı hikâyede olduğu gibi tavşanı yarışta yeniyor.


d)  "Ama zaten hepimiz her an ölebiliriz."


Watanebe’nin cenaze sahnesinde gerçeklesen bu konuşma diğer departmanlar ve insan kaynakları çalışanları arasında geçiyor. Hepsi filmin sonunda Watanebe’nin ne kadar cesur olduğunu anlıyor ve ölümün eşiğindeyken gösterdiği çabaya hayranlık duyuyor. Birazda olsa utanç yaşamış olan çalışanlar kendi aralarında böyle cesur davranmak için illa ölümün eşiğinde olmaya mı gerek olduğunu sorguluyor. Daha sonra iş yerinde daha özverili çalışmaları gerektiği kararını veriyorlar. Zaten hepimiz her an ölebiliriz diyerek buna göre çalışıp yaşamaları gerektiğini savunuyorlar. Filmin bu kısmı bizim için bir nebze umut veriyor, Watanebe’nin bir şeylere önayak olduğunu düşünüyoruz fakat filmin son sahnesinde yine insan kaynakları departmanına tıpkı filmin başında olduğu gibi bir dilekçe geliyor. Watanebe’nin yerine geçmiş olan yeni departman şefi yine o dilekçenin başka departmanın görevi olduğunu söyleyerek geri çeviriyor ve kısır döngü yeniden başlıyor. Yönetim etiği açısından en çarpıcı bulduğum sahne burasıydı. Bir şeylerin kolay değişmeyeceği gerçeği tokat gibi yüzümüze çarpıyor... Filmde de denildiği gibi: "Bu dünyada makamınızı korumanızın en kolay yolu hiçbir şey yapmamaktır."