Sartre'ın “Özgürlük Yolları” serisi gibi, Hayko Cepkin'in “Beni Büyüten Şarkılar” albümü gibi beni 'ben' yapan kitaplarıma inceleme yazmak istedim. İncelemeden de ziyade bir saygı duruşu ve gelecekteki 'ben'e de ne olur ne olmaz diye kendini hatırlatma gayesi ve biraz da belki birilerine daha bir varoluş kazandırabilme ümidi...
Bu kitabı 5 yıl önce okumuştum aslında ama hep güncelliğini korudu benim hayatımda. Siyasi, felsefi, sosyolojik ve psikolojik olarak tekrar altını çizdiğim yerlere bakarken bile yeniden bir varoluşumu hissettim ve bu seriyi yapma kararı aldım, kitabın içeriğiyle ilgili fazla değerlendirme yapmayacağım bana kazandırdıkları hissettirdikleri ve bendeki hikayesini not alıyorum.
İçerikten herkes aynı hazları ve doyumu almayabilir ama herkese olumlu bir çerçeve katacağına iddialıyım, ben kendime mesaj olarak altını çizdiğim bazı bölümleri yazacağım sadece...
Gerçek bir bakış açısı, gerçek bir yaşam biçimi, sapasağlam bir direniş teorisi, kaybolanlara neden kaybolduğunu anlatan, sorumluları gösteren ve son nefese kadar kazanamasak da çığlık atabilecek gücü veren bir kitap.
Bu kitap insana kendini; hem örümcek ağında bir sinek kadar çaresiz hem de demirden bir yumruğa sahip ve bileğinin bir daha yere gelmeyeceğine ikna eden bir çığlık!
Okuyalım okutturalım, ihtiyaç duyulan kan bu satırlarda dolaşıyor...
Milyonların sefaletinden bilfiil sorumlu olanlara şerefler bahşedilip, General, Savunma Bakanı, Başkan payeleri verilirken, bağımsız bir eğitim için mücadele eden öğrenciler hapsediliyor...
Kapitalizmin yaşam biçimi, bize durmaksızın saldıran, yaşamlarımızı doğrudan paranın esiri yapan, gittikçe daha fazla yoksulluk, eşitsizlik ve şiddet üreten bir gelişim dinamiğini içinde taşır. Elbette ki bizi bekleyen mutlu son diye bir şey yok; ancak, dibe doğru batarken, en koyu çaresizliği yaşarken bile mutlu sonun imkansızlığını kabullenmeyi de reddederiz.
Bizler örümceğin ağına yakalanmış sinekleriz. Kör bir düğümden yola çıkıyoruz çünkü başlayacak başka bir zemin yok. Kendi yaşantımızın hoşnutsuzluklarını dışlayarak bir giriş yapamayız çünkü böylesi yalan olurdu. Kontrolümüz dışındaki toplumsal ilişkiler ağına yakalanmış sinekler olarak ancak bizi bağlayan ipleri kopararak kendimizi kurtarmaya gayret edebiliriz...
Ancak reddederek ve eleştirerek, bulunduğumuz yerin dışına çıkmayı, kendimizi özgürleştirmeyi deneyebiliriz...
Bize başka bir seçme şansı bırakmayan içinde bulunduğumuz bu kötücül durumun ta kendisidir: Yaşayarak, düşünerek ve her ne yolla olursa olsun varlığımızın çürüklüğünü çürüterek...
"Neden bu kadar negatifsin?" diye sorar örümcek sineğe. "Biraz objektif ol, önyargılarını bir kenara bırak." Ama sinek ne kadar istese de, nesnel olmasını sağlayabilecek herhangi bir yol bulamaz: "Örümcek ağına nesnel bir yaklaşım... Dışarıdan... Ne düş ama..." diye düşüncelere dalar sinek... "Ne boş, ne aptalca bir düş." Ve artık herhangi bir çalışmada, sineğin ağa takılı olduğu gerçeğinin göz ardı edilmesi hakikatsizlik olur...
Çığlık, dünyayı değiştirmeye dair ıstıraplı bir şevk barındırır içinde.
Peki nasıl yapabiliriz?
Dünyayı daha iyi, daha insani bir yer haline getirmek için, yoksulluğa ve sömürüye son vermek için ne yapabiliriz?
“İktidar Olmadan Dünyayı değiştirebiliriz.”, önce içimizdeki iktidarlardan kurtulmak, kendi dünyamızı değiştirmek devrimin ilk adımıdır çünkü önce kendini var etmelisin, 'Ben' olmalısın dimdik bir beden ve ruhla... Dünyayı değiştirmek için içine doğduğun dünyadan farklı olabilmelisin, iktidar ilişkileri benimsenerek iktidar karşıtı hareket yürütülemez, herhangi bir iktidar algısını içinde barındıran kişi 'Ben' olamaz...
Korteksi gelişmemiş insan şeklinde bir dolu varlık bu sistemde adaleti oluşturup yerleştirmek yerine çarkın daha büyük dişlisi olmayı hayal ediyor.
İnsan "olmayı" öğrenmek ve öğretmek zorlu ve elzem bir süreç.
Her şeye rağmen kapımızın önünü süpürmeye devam...