Gecenin bir yarısı aniden yataktan fırlayıp rüyanın gerçeklerin bütünü olduğunu anımsamışçasına kavradığım bir gerçek var.

İnandığımız şeyler, inanmamızı istedikleri… Gördüklerimiz gerçek değil, görmemizi istedikleri…

Tükürdükleri yaladıklarından çok değil, mutlulukları plastik çiçekler kadar estetik değil.

Anlıyorum artık ambalajlara niye bu kadar anlam yüklediğimizi.

Anlıyorum artık çeşit çeşit yüzlerin güleçliğini.

Katlanamadığımız tek şey kendimiz.

Bedenimiz belki.

Cezalarınızı gördüm. Kendinizle baş başa kaldığınızda ne kadar acımasız olduğunuzu gördüm.

Ah her gece ayrı yataklara serdiğim şu bedeni hangi ağaçtan sallandırıp da güleyim?

Kimse kendini sevmiyorken ben bu yığını nasıl seveyim?

Hayattan, ellerimizden, yüzlerden, kilolardan, zayıflıklardan sahip olduğumuz ama hep daha başkasını istediğimizden kendimi tek ayak üstünde bir ömür yaşamaya mahkum etmişken bu gece hangi çarşafın ardına saklanıp da öleyim?

Tüm bunlar arasında bir de gözlerinde ışık sezenler olursa eğer, ona farklı gelen ama sana göre sıradandan öteye geçemeyen, sırf sıradan olduğun için yerin dibine girmeni isteyecekler!

Bu sıradanlık onların cenneti olduğundan sen bu elmayı yemek ve ömür boyu ağlamak zorundasın cennetin dış kapısından içeri bakarken.

Bu cennet onların olduğundan -ki sen ufacıkken- büyüyüp, serpilip kadın olmana dek

Hiç ait olamadığından yeryüzüne ve yeryüzünün dışındaki illüzyonun inancına bile

Arafta kalmanın haklı gururuyla yürüyebilensin kızgın taşların üstünde.

Bırak, cennet neyse onu da alsınlar, bırak sahip olsunlar tüm istediklerine. 

Yeni ambalajlar, yeni kılıflar bulsunlar.

Bırak sulasınlar plastik çiçekleri, mecalim yok büyümenin yarasını anlatmaya.

Bırak inansınlar, bırak da tükürüp yalasınlar.

İğrenmeden bakabildiğinden beri, omurgalarının yerini aldığından beri söyledikleri defolu tümleçleri

Her şey o kadar sakin ki!

Perde kapansa bile senaryoyu bırakmıyorum hiçbir kudrete.

Tüm sıradanlığımla son noktayı buraya bırakana dek oynayacak bu Tragedya.

Karışmayınız.