Geçen yıl yazdıklarıma bakıyorum.
Akıcılaşmış yazdıklarım. Kelimeler keskinleşmiş, masam değişmiş. Yaşananlar o gün yazılara yansımasa da bugüne miras bırakılmış.
Yazdıklarım az çok değişse de kafama taktıklarım değişmemiş.
Yedi yazı yazmışım uyku hakkında.
Bu gece biraz itiraf, biraz uyku hakkında karalayacağım.
Geçmişe dair hatırladığım genel olgu, can sıkıntısı ve bir tutam burukluk.
Ben o günler yaşanırken ağlamazsam, bir daha hiç kaldırımda oturmam sanmıştım.
Bazen soruyorum kendime, toprağın altına gömülen ne çıkmamış gün yüzüne?
O günler ağlamamışım. Ben kendimi bildim bileli kabuslar görüyorum, meğerse hep içime attığımdan uyuyamamışım.
Her sabah, soğuk hava burnumu yaksın istiyorum. Ciğerlerimi tazelesin, herkes ekmek ve menemen yesin, kimse kötü rüyalar görmesin, uyandığında gülümsesin istiyorum.
Dün gece yatmadan, bir şiir okudum Atilla İlhan’dan.
Ağladım biliyor musunuz?
“Fatih'te yoksul bir gramofon çalıyor” diyor İlhan. Ben hiç kendimi böyle mahzun bakarken görmedim.
Gözyaşım düştü kağıda. Sayfa yırtıldı, altını çizerken bir anda.
Bilirsiniz o hissi. Kâğıt yapış yapış olmuştur zaten, yırtılır.
O an insanın hayatında büyük bir apartman yıkılır.
Bunları üzülelim diye anlatmıyorum. Sarılalım ve ağlayalım.
Ben artık hep alınacağım. Üzülüyorum kardeşim, açıklayacağım.
Derdimi konuşarak anlatacağım.
Bundan sonra sabahları güvercin beslediğim şiirler yazacağım.
Önüme gelen herkese sarılacak, sabahları gülümseyerek kalkacağım.
Yarın sabah patates kızartacağım, yürüyüşe çıkacağım, bağıracağım, şarkı söyleyeceğim.
Baba ben ıslık çalmayı öğreneceğim.
Çocukken söz vermiştim, şimdi sözlerimi yerine getireceğim; ben artık kabus görmeyeceğim.