Karşısındaki mavi gözlerin kırmızıya dönüştüğünü görürken uyandığı andan beri yaşadığı her şey onun bile yakalamasının mümkün olmayacağı bir hızda gözlerinin önünden geçip gitti. Sabah bir çatının üstünde uyandığında neden orada olduğunu ya da daha öncesinde neler yaşadığını hatırlamıyordu. Ama kaçması, ardına bakmaması ve saklanması gerektiğini çok iyi biliyor, bunu hissediyordu. Güneş her zaman olduğunun aksine onu her şeyden daha çok rahatsız ediyordu. Zihninin gerisinde ne olduğunu anımsatan karanlık bir görüntü aniden belirdiğinde yaşadığı anın, o anda olduğu yerin gerçekliğinden şüphe etti. Düşünceleri ve korkuları bir noktada takılıp kalıyordu. O, artık onlardan biri mi olmuştu?

Meira bir gece önce avcının onu takip etmesinin ardından bir ara sokakta kendisine saldırdığını anımsadığında artık her şeyin değiştiğini biliyordu. Avcılar son elli yıldır herkesin, her şeyin ve tabii her insanın korkulu rüyasıydı. Onların eline düşmenin iki sonucu olduğunu biliyordu. Ya kanı onların olacak ve ölecekti ya da onlardan biri olup sürekli onlar gibi bir ihtiyaç ve açlık içinde yaşayacaktı. Ve o anda onlardan biri olduğunu, onların yaşam şekilleri tarafından çekildiğini anlayabiliyordu. Geçmişinde kim olduğunu asla hatırlayamayacağını, geçmişine dair tek bilgisinin adı olacağını, hayatına devam edebilmesinin tek yolunun da yaşaması için gereken şartın da ne olduğunu biliyordu. Yaşamasının tek yolu ihtiyacını giderecekleri, susuzluğunu yok edip onu ayakta tutacakları öldürmekti. Kendisinin dönüştüğü gibi biri asla öldürmeden duramazdı.

Uyandığı çatıdan, adından ve dün gece kovalanıp bir vampir olmasından başka hiçbir şey bilmiyordu. Gideceği yönün bile ayırdına varamıyordu. Dünyanın en kalabalık şehirlerinden birinde olmasına karşın yapayalnızdı. Yeni doğmuş bir bebeğin hayatın içine atılması gibi baş edemeyeceğini bildiği yeni istek ve arzularıyla şehre atılmıştı. Ona yardım edebilecek herhangi bir vampir tanımıyordu. Onlar hiçbir zaman ortada ve açık olmadıklarından dolayı da zaten tanıyamazdı. Onlar insanların yanına onlarla iletişim kurmak için değil onların kanını içmek için gelirdi. Yanlarından ayrıldıkları insanlarla sadece mezar olarak kazılan toprak ve mezarcılar iletişim kurardı. Sonrası her şekilde her iki taraf için de başından belliydi. Onlara gidemez, onlardan olamazdı. Kaçmaktan, hem onlardan hem de kendinden kaçmaktan başka çaresi yoktu. Meira da bunu yapacaktı.

Çatıda uyanmasının ardından kaçmaya başladı. Saatlerce sokaklarda ilerledi. Güneşin canını yakmasına aldırmadan ilerledi. İnsanların onun ne olduğundan şüphelenmesinden, ona zarar vermelerinden korkuyordu. Eğer onun bir kan emici, kâbuslarına neden olanlardan biri olduğunu anlarlarsa ona saldırmaktan geri kalmayacaklarını biliyordu. Hâlâ bir zamanlar olduğu insanlar gibi düşünebiliyordu ve hâlâ onlar gibi olsaydı kendisi gibi bir vampiri gördüğü an onu yok etmeye çalışmaktan geri durmazdı. Çünkü küçük bir bebek bile gündüz sokakta gezen bir vampirin pek sağlıklı olmadığını, kolay bir hedef olduğunu bilirdi. Bu yüzden, onun artık ait olduğu ırkın yaptıkları nedeniyle hedef olacağını, ölenlerinin intikamı için kendisine saldırabileceklerini biliyordu. Fakat bu olmadı. Sokaklarda kimse yoktu. Hiç kimse ona ne olduğunu, onun ne olduğunu anlamak için bakmadı ve ondan intikam almak için kazıklarla saldırmadı. O sadece kendinden bile kaçarak nerede olduğunu bilmeden ilerledi.

Güneşin batmasına yarım saat kalana kadar sokaklarda bir amacı olmadan, sadece kendinden kaçarak dolaştı. İnsanlarla bile karşılaştı ama kimse onun ne olduğu ya da olabileceği ile ilgili şüphelenmedi. Güneş batmak için neredeyse hazır iken ise her şey büyük bir hızla değişti. Meira biri tarafından izlendiğini hissetti. Tüm vahşi içgüdüleri ona bir şey yapması için baskı uygulamaya başladı. Onu takip eden her kimse ise bunun bir dostluk amacı taşımadığını biliyordu. İnsanlar dünyasında bile bir takibin sonunun nasıl biteceği aşağı yukarı belli iken onun yapabileceği iki şey vardı. Ya kaçacak ve takipçisinden kurtulacaktı ya da kalacak ve her kimse onunla yüzleşecek, hayatta kalmak için savaşacaktı. Meira hiçbir zaman kalıp mücadele etmeyi, savaşmayı beceremezdi ve bu nedenle her zaman yaptığı şeyi yapmayı yine ve yeniden seçti. Peşinde olan ve gözlerini bir an ondan ayırmayan Gölgesiz’den kaçtı.

Meira hızlanmasına rağmen arkasındaki takipçiden uzaklaşamadığını, ondan kurtulabilmeyi beceremediğini biliyordu. Gölgesiz ona onun koruduğu mesafeden daha fazla yaklaşmıyordu ama onu takip etmeyi de bırakmıyordu. Kurtulmak için ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Hangi sokağa girse arkasında o da geliyordu. Duramaz ve onunla yüzleşemezdi. Fakat sonsuza kadar da kaçamayacağını biliyordu. Arkasındaki en sonunda fikrini değiştirecek ve istediğini almak için ona yaklaşacaktı. O zaman geldiğinde ise Meira için yapacak hiçbir şey kalmayacaktı. Üstelik arkasındaki takipçinin ne istediğini dahi bilmiyor ve onu gerçek anlamda göremiyordu. Bir ruh gibi onu takip eden şeyin ne olduğunu anlayamıyordu. İnsan mı, vampir mi yoksa bir avcı mı olduğu hakkında en ufak bir tahmini yoktu. Kendini ondan ve sezgilerinden çok iyi saklıyordu. Ya da Meira sahip olduğu bu yeni sezgilerle onun ne olduğunu nasıl ayırt edeceğini bilmiyordu.

Karşısına çıkan ilk kapıdan içeri girdiğinde merdivenin basamaklarından ikişer üçer tırmanmaya başladı. Eski içgüdüleri ile nefeslenmek için durmaya karar verdiğinde kapısını açıp evine girmekte olan adamı gördü. Ona yalvarıp içeri girmesi saniyelerini almadı. İkna etme konusunda eskisinden daha iyiydi. Evdeki kadın bile onun evinin içine böyle girmesine bir şey söyleyemediğinde kendini rahatlamış hissederken kapının çalması ile tüm huzuru yok oldu. Zil ikinci defa çalarken kapıyı açmamaları için onları ikna etmeye çalıştı. Duyguları üzerindeki etkisinin yok olduğunu fark ettiğinde kaçabileceği bir yer aradı. Ona en yakın yeri seçip kendisini balkona attı.

İçeriden gelen sesleri dinlerken korkmaması gerektiğini düşündü. Kargoyu getiren adam biraz geç bir saati tercih etmişti. Onlar kargolarını teslim alırken karşı binanın camında bir çocuk gördüğünde tüm dikkatini ona verdi. Onun kendisine gülümsemesine karşılık vermek için gülümserken çocuğun yüzünden aniden geçen dehşet ifadesi ile yüzü ilk andaki ürkek haline döndü. Mavi gözlü oğlan çocuğu evin içine kaçarken kendisinin başına ne geleceği hakkında hiçbir şey bilmiyordu. Arkasını döndüğü anda onu neyin beklediğini en korkunç kâbuslarında bile görmemişti. Sırtını dayadığı duvardan ve kendisine gülümseyen çocuktan aldığı tüm güç geri gelmemek üzere uçup gitmişti.

Balkona çıkmak için kullandığı kapıya yaklaşıp hayatında ilk defa cesur bir hamle yaptığında hayatı boyunca görüp görebileceği en güzel yüzlerden birini karşısında buldu. Onun içtenlikle gülümseyen yüzünü incelerken küçük çocuğun ondan korkmuş olamayacağına emindi. Bir meleği andıran yüzüne bakmak bir ibadet olsaydı hayatında ilk defa bir din ya da inanış için ibadet edebilirdi. Fakat saniyeler içinde şeytanın da bir melek olduğunu bildiğinden belki de karşısındaki yüz dünyanın en kibirli ve korkunç yüzüne dönüştü. Muhtemelen onun kaçamayacağını ve onu yakaladığını bildiğinden zihnindeki tüm imgeleri silip ona kendini en açık şekliyle göstermiş olabilirdi. Meira hâlâ gördüğü o yüze hayran olsa bile kibir onu korkutuyordu. Mavi gözler kan kırmızısına dönerken onun kim olabileceği hakkında bir şey bilmiyordu. Ve sonrasında saniyeler içinde karanlığın içine düştü. Ama bundan bir an önce karşısındaki adamın arkasında kanlar içinde yatan ev sahiplerini gördü. Ardındaki evin mavi gözlü küçük oğlu aklına gelse de artık yapabileceği hiçbir şey yoktu.

Meira bilincine yeniden kavuştuğunda nerede olduğunu bilemiyordu. Her yer simsiyahtı. Ama yerin üstünde olmadığından emindi. Toprak kokusu her tarafını kaplamıştı. Ve kollarını kaplayan zincirleri de görmüştü. Bir zindanda olduğunu anlaması zor değildi. Fakat buna neyin neden olduğunu bilmiyordu. Geçmişi onu vampir yapan adamla tamamen silinmişti. Orada yaptığı bir şey mi buna neden olmuştu, bunu asla bilemezdi. Vampir olarak bir hata yapmış olmaktan korktu ama daha insan kanı bile içmek için yeltenmemişti. Belki bunu güneş battığında yapabilirdi ama onu takip eden kişi buna bile izin vermemişti. Gerçekte burada olmasının bir nedeni dahi olmadığını hissediyordu.

Meşaleler aniden yanmaya başladığında gözleri acıdı. Karanlığa alışmış ve bazı silüetler bile gördüğünü düşünürken aniden gelen ışık susuzluktan bile çok canını yakıyordu. Kana olan ihtiyacını düşünmek ışığın etkisini ortadan kaldırdığında aklının kontrolünün elinden yavaş yavaş alındığını biliyordu. Tek düşünebildiği şey biraz da olsa kan içebilmek, düşünmesine yetecek kadar ihtiyacını gidermekti. Boğazındaki yangını bir an da olsa söndürmek istiyordu. Sadece bir saniye bile olsa bu acının bitmesi için her şeyi yapmaya hazırdı. Bir damla kanın her şeyi çözeceğini bilmiyordu. Bunu eğer bir ruhu kaldı ise ruhunun en derinlerinde hissediyordu.

Bir gölge ona doğru yürürken içgüdüsel olarak gerildi. Zincire vurulmuş olmasına rağmen ona saldırmak istercesine her hareketini izlemeye başladı. Gölge bir bedene dönüşene kadar onun gelişini izlemekle ve ne olduğunu, ne istediğini düşünmekle yetindi. Üç adım uzağına geldiğinde ise zincirlerini unutarak ona saldırdı. Ama birkaç santim ileri gidebilmekten başka bir şey yapamadı. Kan isteğini bastırıp onun kim olduğunu görmek için gözlerini kıstığında ise onu balkonda yakalayanı, onu buraya getireni gördü. Gözleri yine mavi renkteydi ve yüzü bir melek kadar masum olsa da onun o aileyi katlettiğini hatırladı. Ve buna kendisinin neden olduğunu da... Oraya girmeseydi o aile hâlâ yaşıyor olacaktı. Bu onun ilk vicdan azabıydı.

“En genç vampirimiz uyanmış.” diyen sesi daha önce duyup duymadığını hatırlamaya çalıştı. Hiçbir anısını bulamadığında ona saldırma isteği aralıklı olarak onu ele geçirmeye çalışıyordu. Tüm vücudu ona tehlikede olduğunu söylüyor olsa da yapabileceği hiçbir şey yoktu. “Tabii kafanda onlarca soru var. Ama bunları yanıtlamak için bir vampir bulmak yerine kaçmayı tercih ettin. Her zaman yaptığın gibi… Annen gibi…” Meira ona yeniden saldırmak için öne atıldığında sözleri için hiçbir anısı olmamasına karşın geçmişte bir şeylerin onun sesiyle beraber tetiklendiğini biliyordu. “Yaptığın hiç hoş değil. Üstelik açsın. Başına neler gelebileceğini biliyor musun?” Mavi gözlü adam yeniden kırmızı gözlere sahip olurken Meira’nın duyulmayan sorusuna cevap vermesini beklemek kendi kendine bir şeyleri onaylamaz bir şekilde başını salladı. “Kan içmek istersen sana verebilirim.”

Yüzüne değen nefes bile onun susuzluğunu arttırırken yüzüne eğilip bakan kişiyi onaylamayı istemediği halde kendisine engel olamadı. Kana olan ihtiyacı istediklerini yapmasına bir an bile izin vermedi.

Meira tanımadığı ve kim olduğunu dahi bilmediği adamın kucağına oturup boynundaki en hassas noktadan kanını emdiği esnada düşünmek yerine ihtiyacını gidermeye odaklanmıştı. Onun kanını içip susuzluğunun ilk dalgasını yok ederken onun kim olduğunu öğreniyordu. Dragan, kendisi gibi bir vampir olsa da onun kendisinden büyük bir farkı vardı. Binlerce yaşındaydı ve Esther’in Vampir İhtilali’nde en önemli yere sahip iki vampirden biriydi. Esther ve Nikola kuzeye gittiğinden beri İstanbul onun yönetimine girmişti. Vampirler ve yeni dönüşenleri yakından izliyordu. Kan ihtiyacını gidermeleri için onları yönlendiren kişi oydu. Irklarının coğrafyadaki dağılımı, ihtiyaçları, geleceği ve her şeyi ona bağlıydı. Her şey ona biat ediyordu. Her şey ona çekiliyordu. Tıpkı kendisinin ona çekildiği gibi…

İçgüdülerine teslim olarak Dragan’ın kucağından uzaklaşıp onun bulunduğu yere en uzak olan köşeye sinen Meira, karşısındakinin ne yapacağını merak ederek onu izlemeye başladı. Onu zincire vuran bu yaşlı vampirin bir planı olmalıydı ve bunu zihninin derinliklerinde kolayca görebilmişti. Onun kanını içerek ona hizmet etmiş olduğunu fark etti. Kan paylaşımı ile bir vampirin kanını içmekle insandan kan içip ihtiyacını gidermek aynı değildi. İnsanın kanını içtiğinde onu öldürürdün ve ne onun anıları ne kendi anıların zihnini istila etmezdi. Ama bir vampir ile kanını paylaştığında iki tarafın kanı içip içmemesi önem taşımazdı. İki tarafta geçmişte öğrenilen, görülen ve yaşanan her şeyi bir anda öğrenirdi. Ve Meira biliyordu ki o Dragan’ın kanını içerken karşısındaki binlerce yıllık olan da kendisinin kanını içmişti. Bu paylaşımın, zincire vurulmasının nedeni neydi?

Karşısındaki vampir onu bir el hareketiyle çağırdığında ona karşı koyamadı. Güçleri onun gücünün yanında yok sayılırdı. Bu nedenle onun zihnini defalarca yanıltmıştı. Buna en basit örnek Meira’nın o evin içinde her yerde olabilecek bir diyalog konuşulduğunu sandığı anda aslında o insanların öldüğünü bile fark edememiş olmasıydı. Neler yapabileceği hakkında ona gösterilen en ufak örnek buydu. Meira onun bugün yaptıklarının binlerce katını yapacağına emindi. Ona doğru karşı konulmaz bir şekilde yürürken aslında geleceğine de ilerlediğinin farkında değildi. Onunla paylaştığı kan ve onun gücü artık kendisi üstünde egemen güç olacaktı. Ve bundan kurtuluşunun yolu yoktu. Tabii Dragan yok olmadıkça…

**

Dragan’ın kanını ilk içtiği günün üzerinden çok zaman geçmiş ve onun defalarca kez kanını içmiş, kendi kanını da ona sunmuştu. Zaman kavramının anlamını yitirmesinin üzerinden geçen zamanı bir daha fark edememişti. Ama iki yıldan fazla bir süredir vampir olduğunun farkındaydı. Koşulsuzca biat ettiği günden beri hiçbir şey önemli değildi. Sadece kan içmek ve güçlü kalmakla ilgileniyordu. Kan içip güçlü kalırken başka bir gücüde elde ediyordu. Dragan onunla her şeyi paylaşıyordu. Sefalet içinde kan içmek için savaşmak zorunda kalmadan Dragan’ın gücü sayesinde her istediğinde hiçbir şey yapmadan kana ulaşıyor, onun sayesinde öğrenmemesi gereken her şeyi öğreniyordu. Hiç yorulmadan günlerce kitap okuyup yeni bir dil öğrenebiliyordu. Öğrenmesi gereken hiçbir şeyde zorlanmıyor ve gün geçtikçe çocukluğunda hayali olan tüm bilgiye sahip olma düşüne daha da yaklaşıyordu. Kâbusu olacağını sandığı vampir olma işkencesi insan hayatındaki en büyük şansına dönüşüyordu.

Meira için kan içmek bir tür peri masalına dönüşürken bu hayatı hakkında yaptığı planlar arasında değildi. İnsanların dünyası ile vampirlerin dünyasının nerede başlayıp nerede bittiğini kestirmek imkânsızdı. Fakat aralarında kalın bir duvar da vardı. Geceleri Galata etrafında dolaşırken insanların ondan bir şekilde uzak durmasının nedeni olarak da bu duvarı görüyordu. Kimseye, kalabalığın ortasında, kan için saldıracak değildi. Zaten buna ihtiyacı da yoktu. İstediğinde kanın peşinde koşmadan ihtiyacından daha fazlasını alabilirken kendini tehlikeye atacak değildi.

Yaşadığı hayat bir nevi peri masalı olmasına karşın istediği bu değildi. Kandan nehirlerin her yanını sardığı bir peri masalının ortasında geçmişte olmak istediği yerde olamayacağını bilerek yaşamak zor geliyordu. Geçmişini öğrendiğinden beri bir uçurumun kenarında gidip geliyordu. Hayal ettikleri mi yoksa yaşadıklarının mı daha iyi olduğuna karar veremiyordu. Yaşadıklarının hayal ettikleri yanında çok ileride olduğunu bilmesine rağmen bir zamanlar hayalleri tek sahip olduğu şeydi. Yaşadıkları sonrasında onları terk etmiş gibi hissediyordu. Annesini ve babasını trafik kazasından sonra kaybettiği gibi tüm hayallerini de o geceden sonra kaybetmişti. Kendisini dünyanın en vefasız varlığı olarak görürken ve ölümünün hiçbir şeyi değiştirmeyeceğini bilirken uçurumdan atlayamayacağını biliyordu.

Vampir olduğu günden beri boyalarla değil de kanla tablolar yapıyordu. Hayatı boyunca zarar vermediği insanlardan sonra son iki yılda yüzlerce kişiyi öldürmüştü. Kan için, ihtiyacını giderip hayatta sağlaması adına önüne gelen yemekler olarak onları görmesini gerektiğini defalarca söyleyen Dragan’a rağmen kendini rahatlatan, susuzluğunu gideren o insanlara karşı suçlu hissediyordu. Hayatta kalmak için yapması gereken tek şey kan içmek olmasına rağmen vicdanı hala bir yük olarak omuzlarına biniyordu. Hayatta kalmak onun için kendini daha fazla suçlu hissetmesinden başka bir şey değildi. Kan içmemesi gibi bir durumda yoktu. Kan içmediği süre ne kadar uzarsa kontrolünü de aynı ölçüde kaybedecekti. Böyle bir şeye kalkışırsa daha çok insana, daha çok masuma zarar verecekti. Ve masumlara zarar vermek istemediğini kendine ilk defa sesli bir şekilde söylediğinde ne yapması gerektiğini buldu.

Meira’nın aylardır ruhunu paramparça eden şey masum insanların onun hayatta kalması için kurban edilmesiydi. Dragan’ın neye göre getirdiğini bilmediği insanların kanını içerken hayatlarına son verenin kendisi olmasından nefret ediyordu. Diğerlerinin vicdanlarından geriye bir şey kalmadığını bilerek rahatça kan içmelerine bile özenmişti ama bunu yapabilmekten de iğrenmişti. Çözümünün aylarca gözünün önünde olduğunu fark ederken kendi kendine gülmeye başladı. Dragan ya da diğerlerinin kendi ihtiyaçlarını nasıl giderdiğini düşünmeden kendi adına içini rahatlatacaktı. Her şeyden önce kendi suçluluk duygusunu yok etmesi gerekiyordu. Kendi doğasıyla barışabilmesi için bir yol bulması gerekiyordu ve bulmuştu. Yaşamak için yapması gerekenden bir daha nefrete etmesine gerek kalmayacaktı. O bunu başarabileceğine inandı.

Masum, hayalleri ve ailesi, gelecekten bir beklentisi olan hiçbir kimseye zarar vermek istemiyordu. Yapabileceği en iyi şey birilerine zararı olan, insanların canını yakan birilerini yok ederek hayatta kalmaktı. Yapacağı şey amaçsız olan hayatında da kendine bir görev belirlemesine yetecekti. Bu şehirde suçlu bulmaktan, insanlık için zararlı olanları ayırmaktan daha kolay bir şey yoktu. O suçluları bulacak ve bir daha kimseye zarar vermemelerini sağlarken hayatta kalması için gerekli olan tek şeyi, kanı onlardan alacaktı. Suçları yüzünden onlardan iğrenebileceğini tahmin etse de bir daha kimseye geçmişteki suçlarını tekrarlama ihtimalleri olmayacağından bunu yapmaktan gocunmayacaktı. Bir kan emici olmakta bile kendince bir iyilik bulabilecekti. Kendini iki yılın sonunda yeniden bir şeyler yaparken, hissederken hayal edebilecekti.

Hayattaki amacını bulmak, ne yapmak istediğini bulmak dünya üzerindeki en zor şeydi. Meira geçmişte hayallere ve büyük bir amaca sahipken bir gecede hayatı değişmişti. Hayatını başkalarının hayatını sonlandırmadan devam ettiremeyecek bir hale gelmişti. İnsanların bir canavar olduğunu düşündüğünü düşünürken o kendi gözünde de bir canavardı. Ve bundan kurtulmak için kendince bir yol bulması çok uzun zamanını almıştı. Hayatta kalmak, başka bir canlının hayatını sonlandırmak için en iyi yolu bularak ölmesi gereken insan fazlalarını seçecekti. Ve bunu yapmaya başladığında sandığında da daha çok zorlanacağını fark etti.

İnsanın olduğu yerde suçlular, günahkârlar ve insanların arasına karışmaması gerekenler de oluyordu. Ama gerçek suçlunun kim olduğunu bilmek her şeyden zordu. Polis ya da adliye kayıtlarına erişmek onun için kolay olsa da burada ne kadar gerçek suçluların bulunduğundan emin olmak da aynı derecede zordu. Her bir suçluyu kesin suçlu olarak seçip onun kanıyla ihtiyacını gideremiyordu. Tabii diğer yandan suçlular arasında ve suçlar konusunda bir derecelendirme yapması gerekiyordu. Bu konuda kendisine kesin bir sınırlandırma bulmuştu. Kendisinin en tiksindiği suçlulardan yargılananları ve cezaları infaz edilenleri ama cezası ona verilmesi gerekenden hafif olanları seçmeye karar vermişti. Ve kararı pek çok açıdan kendisini kurtarmış ve rahatlatmıştı. Ceza vermek yerine ödüllendirilenleri, yaptığı yanına kar kalanları teker teker avlamaya başlamıştı. İnsanların hayallerini ve hayatlarını çalanların duyduğu son ses, gördükleri son yüz o olmuştu.

Meira’nın yeni tercihleri Dragan için saçma hareketlerinden biriydi. Kendisi olmayı kabul etmeyen Meira, kendince suçlu hissetmemeye çalışıyordu. Kendi doğasını kabul etmeden kendine yol seçmemesinden hiç hoşlanmamıştı. Onun için uğraşmasına, onun yeni doğasına uyum sağlamasını kolaylaştırmasına rağmen kendisine ihanet edilmiş gibi hissetmişti. Kendi kurallarına uymamasını bir tehlike olarak görmese de onun kendisinden uzaklaşmasına bir çözüm bulması gerektiğine inandı. Onun klanlarının güvenliğini insanlar dünyasındaki suçluları yok etmek için tehlikeye atmasına da çözüm bularak her iki sorunundan da bir anda kurtulmayı düşündü.

Dragan kendi planları peşinde hızla ilerlerken Meira’da kendi amacı uğruna hiçbir şeyi görmeden yoluna devam etti. Fakat onların dışında, dışarıda da planları ve kendi çıkarlarına ters düşen durumların sorumlularında kurtulmak isteyenler vardı. En sonunda ise üç farklı istek Meira’nın bir kadının tecavüzcüsünü öldürürken kesişti. Dragan gücü ve Meira arasında kalışında gücünü seçip büyük isteğin çekimine kapılırken Meira oynamayı seçtiği son oyunu kaybetti. Kötünün içinde iyi olmayı başarabileceğine olan inancı en yakınından gelen son darbe ile yok olup gitti. Bedeni ateşler içine atılırken hiç bilmediği insanların ve vampirlerin güç için birlikte hareket ettiğini öğrendi. İyilik ve iyi biri olmak için döktüğü kanlar ise ilk kanlar olarak onu ve anısını tarihten sildi.