İnsan kendisine taş atana karşı savunur kendisini, söyler bir şeyler. Ama gül atana ne söyleyecek?


Ne diyecek?!

Ne diyebilir ki..-İnsan-

Ne beklenebilir…-İnsandan-

İyisi mi söz yerine, şiir yerine,

Taş beklemeli

TAŞ…


"Bırak adını koymayı"; gözünü kaydırdığı her şeye yenilen mi ben.. Gönlünü sabitlemeye çalıştığı her anda sıkışan yorgunlukla.. Üzülüyorum adına Mirzâbey.. Bilirsin bir tek benim üzüntüm yarar sana ve bir tek benim üzüntüm boşunadır..


/Cansever, söylesene, içinde gezinmekten komada kalmış bir heves kırığı ne zaman ölür?/

Elbet gülünün solmayı unutup, açar gibi yaptığı akşam..


Elimi kaç taşa daha ezdirmeliyim?

Bütün rengiyle solarken pencerem ve hayat..

Ve bir acıyı; güçlendirmesi, sarması gerekenin başka bir acı olduğu aklına gelmesi gereken kaç kabuk sahibi, halâ yarasını kanatmanın derdiyle meşgûl?..


Sevmeyi şekillendirip; bir gençlik ve toyluk heyecanıyla sevdamızı koyduğumuz, -hüsranla- yerinin orası olmadığını kavradığımız vitrin mankeni boşluğundaki kalıpları arayış, bu kalıplara saplanışımız niye? Vakti gelmedi mi, içinde büyüttüğün ve kırıklarla geri aldığın bu sevmek işinin, işteş bir mesele olduğunu kavraman.. Ve bu kavrayışın -karşılıklı olarak/birbirine yüzünü dönmüş iki yürekten çıkarsa ancak - “sevmek” kotasını azaltmayıp “sevilmek” denilen mefhuma dönüşerek hayat pilini doldurabileceği? Ne bileyim ben. Bataryam yanmak, pilim bitmek üz’reyken aklıyla kâlbi arasında bir şeyler çizmeye çalışmam kadar anlamsız, saçma ve varamayan bir uğraşı benimkisi.

 

Her iş, bakış, tutuş, dönüş, unutuş, savruluş, esiş ve filizlenemeden soluşlara ve insan suretindeki şeylere anlam yükleyen bir kâlbi taşımak ne müthiş bir bedbahtlık, dünyaya dar gelenlere.. Ve ne büyük bir remz ve nimet; meselenin ve aradığının bunlarda, buralarda ve bunlarla olmadığını görenlere.. Hangi cephede olursan ol “Savaşın bittiği” ve “nöbette unutulduğun” hakikati ile son kurşunu yemiş olduğunu ve kaybedecek kadar kan bulursan -insanlardan-, insanlara rağmen; ölmeye çalışacağını anlayacaksın. Ben kanımı topluyorum, bak! İşte, birkaç damla daha...


Gönlümü kaç taşa daha g'ezdirmeliyim?!.


Hani bir Latince değiş var, "Omnes Vulnerant Ultima Necat".. çevirisine şöyle diyorlardı

"Hepsi yaralar, sonuncusu öldürür"...

İçimin lügati ise farklı çeviriyor, -hep bir aramak sonrası yüzüstü yere düştüğümüz.. ve sahne hep toz..- şöyle ki ve hissettiğim:


"İlki Öldürür Sonraki Her Şey Yaralar" 

-bunu sen anlarsın-


Pilim bitmek üzere…

Hevesin seri devresine koyduğum tükenmeye yakın pil ısırıklarla dolu, boşa çıkmış sevda denemelerinden mi yağmurlardan mı bahrî?


Dedim ya işte son darbe diye bir şey yok ama bu diyeceklerim ilk darbeye de girmez, ortalarda bir yerde.. Öldüren ne biliyor musun?.. Öldüren.. şimdi diyeceğim şey-:


Tabii mesele anlaşılmak veyahut işteş sevme eyleminin hayali peşinde koşmak değil. -Bütün bunlar bir yana, içinde bulunduğun ahvâl ve akvam ve dünya.. Seni öyle bir çekiyor ki kendisinden damıtılmış karanlık boşluğa-


(Olmaz ama) olacak ve gerçekleşecek olsa dahi bütün arayış ve buluşların, tahayyül ettiğimiz bir yaz mevsimi heyecanıyla, eskilerden anımsadığın bir yaz mevsimi heyecanıyla -(hezeyan kelimesi de kullanılabilirdi.. kelimeler albayıığm..) öyle bir boşluğa çekecekler ki seni, kelimeler, şiirler, yüzsüzlerin içindeki yüze benzeyen şeyler, kırlangıçlar ve adını saymadığım diğer kuşlar ve kır çiçekleri dahilinde her şey solmaya başlayacak.

-yok yok Gül'ü bilerek saymadım.- 


Manasıyla derin bir idrak içerisinde de olsan hayatın; yaşanılabilir ve katlanılabilir her yönünü kırpıp kıracaklar. Bir yürekte dinlenmek arzusu ve lüzumu seni paramparça edecek bu çağ’da, lime lime bir insan yarımlığı olarak düşeceğiz yola…Bu öldürecek bizi.


Pilim bitmek üzere, ısıracağım yer kalmadı, ağzımda metalik çinko, ağzımda kan, dilimde koyu bir siyah…


Bunca şeyi niye yazıyorum? Madem lüzumsuz, saçma, etik değerlerden yoksun, tüme varamayan, tümden gelemeyen, ulaşamayan bir yüreğe, varamayan bir kâlbe, tutunamayan bir isme -niye bu kadar- ve niye bu kadar gereksiz ve yazıyorum?!.

Dedim ya ilk vuruş öldürdüğü için yaralarımı gösterme cüretini ve hakkını kendimde görüyorum ama dikkat et, bu yazıyı okuyorsan son vuruşu daha yememişsin -gibi, bilemem, önemi de yok gibi-. 


Pilim bitmek üzere, kime, neyi, nasıl anlatacağımı ve susacağımı bilemiyorum. Yalnızca kelimeleri bırakıp dinlenmek bir güneşin doğduğu yerden doğduğu yere kadar.. Yalnızcabirimizindurduğubiryere. Saymıyorum çünkü günbatımlarını artık, -büyüyormusungüccükpirens?!- 


Pilim bitmek üzere, hiçbir mihnet kabulüm değil ve doğan her güneş için hamdediyorum iki batının sahibine. Çok uzattım biliyorum sonuçta bırakmayı pek beceremeyen bir adam, belki, belki de hiç.. “ bi' baba yüreği gibi sıkıca tutucam*” diye haykıran şarkının sözleri belki de..Evet bırakmak zafer, evet erkenden kaçış galibiyet, evet… Evet ama nereye, ama niçin,

“ niçin niçin niçin”

Kuyudan çıkamayan çocuk niçin yaşasın? soru buydu belki de..-yine "belki", Allah kahretsin albayığm ve özür diliyorum Sayın Özel, dünya gözüyle göremeyeceğiz gibi...-


Pilim bitmek üzere.. hangi tuvale bir turkuaz şarkısı çizdimse tuvalden önce fırçam kırıldı.. Halâ edebi kaygılarla cümleleri uzatma telaşında olduğumu düşünme, 'Âyn'ur-rıza dedim ya bırakmayı beceremeyen bir adam, “sevme”yi sevmeyi bırakamayan. Biraz bahrî mavisi, eser miktar Serâbe yokluğu kızılı, çokça leylî lacivertinden bir adam..


Film bitmek üzere, son bir özür borçluyum bahrî’ye.. Çünkü bir anlığına da olsa baş harfini büyük yazdılar dedim, üzgünüm bahrî bir anlığına bile yazılmadı baş harfin büyük.. o “bir ânı” tasvir edici ve betimleyici bir çok tamlamalar, şarkılar, isim öbekleri, film sekansları, kitap alıntıları, birlikte tekrar izlemek için beklediğin o dizi ve en sevdiğin mısralar gelse de aklıma... Hepsini sildim bahrî, karaladım üstünü. Bu da sana yapabileceğim son iyilik.

Üzgünüm Bahrî. 


Pilim bitmek üzere biliyorum, ceketini çıkaracak kadar vakti olanın yazdığı satırlar bunlar, anlarsın sen, onlar da anlar; -bir yangının kokusunu ve kendi kanının tadını bilenler- sonra, o son raddeye gelirsin ve bakarsın ki bütün bu acı, onlar anladığı için ve sen anladığından -"anlaşılmamak" hep edebiyat... Bilirsin- . Herkes anlayarak ve bilerek bu kanlı bıçağı tuttu ve tutacak.. Evet.. Son kez ısırdığımdan olsa gerek soğuk çinkonun tadı ağzımı uyuşturuyor, zorlanıyorum kokunu duymakta.. Varmış ve ulaşmış gibi...


Film bitmek üzere, neyden vazgeçersen o seni bulur diyorlar. Ne ahmakça; aramadığın istemediğin “ koşmadığın/ yetişmediğin/ tutmadığın/ sormadığın/ bilmediğin/ esenlemediğin/ kargışlamadığın/ irkitmediğin” bir sevdanın hükmü nedir ki ?! Vazgeçmekten vaz caymak gibi bişeylerfalanfilan... Yine bir.. Boşluk...


Film bitmek üzere 'Âyn'ur-rıza, ve tek kelimelik bir şiir istesen benden şimdi, "TUTUNMAK" yazardım... Düşmenin eş, düşmenin zıt anlamıyla... Yerden kalkmak sanrısıyla..


Pilim bitmek üzere, -hani diğer bir yazımda demiştim,- kim olduğunu bilemesem de kim olmadığını biliyorum, kim olmadığını topluyorum her sabah ve gecede, gördüğüm her yüzde...

Ve nöbet yerinden bildiriyorum, değişen bir şey yok /savaşın bittiği/ bu cephede...


Pilim bitmek üzere, film de bitiyor... 'Âyn'ur-rıza, kimdin, neredeydin, bilemedim ama bir şeylerin rengini çizip, adını kelimelerden çağırmaya, harflerle aramaya çalıştım... Hiç kimsenin sormaya hakkı ve gücü yok artık, anlarsın sen, elini sil ama bırak, polisi arama, tekil bir kıyâm gibi soğumalı ceset.


Kimi sorsam boş, kime koşsam yol..

Beş yıl olmuş gözümden yaş geleli en son..

Bu satıra nasip oldu, emin ol. 

Beş. Sene. Sonra.


Adını vereceğim kitabımın, çok ötesinde bir şey bu.. Bunu -eğer olsaydın- yalnız sen anlar, hisseder, tutardın; düşmenin eş, düşmenin karşıt anlamıyla. Bir yanı güz, bir yanı bozgun: Mirzâbey'den... -Zerre hükmün, lüzumun, imkânın kalmadığı; renksiz ve yarım kırıklardan bir ciğerle boşa koşmaların ertesi bir ikindi üstü-


Çok yorgunum 'Âyn'ur-rıza

Uykularım uyku değil

!Film! ve "Savaş" çoktan…

Pilim de b