Bir şiirin en sevilen dizesi mi yoksa fotoğraflardaki hınzır gülüşmeler mi, belki de bayramlardaki dolu cepler. Kelimelerin içinde gizli özlemlerimiz var bizim. Ne güzel günlerdi deyip uzaklara daldığımız iç çektiğimiz özlemler. Bir perdeye işlenmiş o nakşı görünce nenelerimizin dizinin dibinde oyun oynadığımız sokağa açılan o küçük demirli pencere yoklar içimizdeki çocuk sevincini. İşte yine içimdeki çocuk sevincini, kahkahalarını cebime doldurmuş kalbime asmıştım. Bir çift göz görünce çıkarlar cebimden, astığım yerlerden, ilişirler yüzüme diye yöneldim köşebaşına. Dönerim o köşebaşını, gözlerim birini arar sanki bir sohbete konuk olmak ister gibi. Bulur da hemen ilacını, çayın demini sohbete katmaya hazır, heybeyi doldurmaya çoktan başlamış.


İlişilir bir masaya, sohbet koyu dem gerek yanına. Çaylar söylenir; biri çok açık biri demli olsun. Kenarı işlenmiş demir altlıkta gelir siz deyin tavşan kanı ben diyeyim sohbet yanı. Araya giren mevsimlerde çok şey olmuş; kaç ağaç budanmış, kaç otobüsün camı misafir almış, gözlerden ve dudaklardan kaç tebessüm gelmiş geçmiş. Kaç telaş kovalamış bizi, kaç akrep yelkovan yarışının ortasında bulmuşuz kendimizi, sayamadık. Hiçbir telaşa konuk olmadan sohbete demledik çayı. Oyunlarımıza, akşam eve girmeyişlerimize bir de annelerimize inat, ezandan sonra nefes nefese eve koşturmalarımıza misafir olduk. Sekseğin tadı güneşte çıkardı; ardından ip atlamacalar, köşe kapmacalar, akşama saklambacı saklardık, sanki kimse kimseyi görmeyecek de oyunu bu kez kazanıp ebeyi yenecektik. Oyunların tadı sokaktan gelip dudaklarımıza ilişti, kocaman bir tebessüm oluverdi yüzümüz. Binbir eğlencenin içinde yine en çok çocukluğumuza gülmüştük. Orada kazanmışız bütün yarışları; tek derdimiz oyun telaşıymış, bütün telaşları saatlere bırakmışız. Biz bir oyun oynamışız, ilkyaz olup gelmiş, nisan yağmurları gibi çabucak gitmiş. Şimdilerde bir salıncaktayız; dudaklarımıza ilişmiş, gökyüzüne varmış...