Gözlerini açarken yorgun değildi. Bir haftadan beri ilk defa yorgun uyanmamıştı. Bir hafta bir ömür gibi uzun ve bir cumartesi kadar yoğunken her sabah daha da yorgun uyanmış, her sabah daha da fazla korkmuştu. Pişmanlığa mahkûm olacağının korkusu ile tüm haftanın daha acı verici olmasına ortam hazırlamıştı. Ama pişman olacağını düşünerek hareket etmesi halinde pişman olmamasının zor olmadığını en sonunda kabullenerek cesaretini korumaya, bu yeni yolu için gerçekten hareket etmeye, onu mutlu edecek bir şeylerin peşine düşmeye de en nihayetinde karar verebilmişti. Yarım değil tam adımlar atacaktı. Bir şeyin yanlış olduğuna başkalarının karar vermesine izin vermeyecek, yanlışını da doğrusunu da kendi belirleyecekti.


Uyanmasının ardından bir yerlere yetişmeyecek olanların yaptığı gibi yatağının içinde bir kez daha döndü. Yatağından çıkmak zorunda değildi. Bunu bilmek yüzüne hiçbir zaman paha biçemeyeceği bir gülümseme yayılmasına yetti. Yüzünü yastığına gömmekten son anda vazgeçerek tavanını izlemeye başladı. İşe gitmesine gerek yoktu. Yatağından kalkmasına bile gerek yoktu. Tüm gününü yatağında hiçbir şey yapmadan ve boşluğa bakarak geçirebilirdi. Lakin bunu yapmayacaktı. Hızla yerinden kalkıp yatağını dahi toplamadan duşa girdi. Bunun nedeni onun için basitti. Dışarıya çıkacaktı. Nisan ayı gelmiş geçiyorken, dışarıdaki hava muhteşem ve kuşların neşesi durdurulamazken kendini bir mahkûm gibi eve hapsetmeyecekti. Uğraşması gereken tez ile ilgili bir sorunu yoktu. Yine onunla ilgilenebilirdi. Ama bunu eskisi gibi eve kapanarak yapmayacaktı. Bu zorunluluğa ve can sıkıcılığa gerek yoktu. Gidip Moda Sahil’de havanın tadını çıkarırken bir yandan da yazmaya devam edecekti. Neden kendisine sadece evde yazmaya izin verdiğine hâlâ anlam veremiyordu. Kaynakları elinin altındayken nerede isterse çalışabilirdi ama o bugüne kadar sadece evde teziyle ilgilenmişti. Yaptığı pek çok saçmalıktan biri de bu olarak kayda alınmalı diye düşündü. Kendini eve hapsetmek tam anlamıyla delilikti. Ve kendini ne kadar deli olarak görürse görsün daha fazla kendine işkence eden delilikler yapmayacaktı.


Evden çıkarken kötü hissetmedi. İşe giderken evden çıkmamak istediği günlerin aksi bir şekilde şu an evden çıkmaktan rahatsız değildi. Geri geleceğini, eve geldiğinde mutlu ve her zamankinin aksine huzurlu olacağının bilincindeydi. Belki de bundan ötürü geriye bir an bile bakmadan dar sokaklar arasında ilerlemeye devam etti. Tünel’i kullanmak yerine temiz ve güzel havanın tadını yürüyerek çıkarmayı seçti. Karaköy’e indiğinde de neşesinden ya da enerjisinden hiçbir şey kaybetmemişti. Bugün onun günü olacaktı. Bir işareti, kanıtı ya da ona bunu düşündüren bir rüyası olmasa da bugün onun günü olacaktı. Bir şekilde böyle olması gerektiğini, bugün için bir yerlerde birilerince bir şeylerin ayarlanmış olduğunu düşünüyordu. Kadere, yaratıcıya ve buna benzer şeylere inanmasa da bugün bir başkaydı. Zincirlerinden, kendi zihnindeki zincir ve engellemelerden kurtulmuşken, kendine kendi olma izni vermişken bugünün ya da bundan sonraki bir başka günün kötü olmasının, berbat geçmesinin mümkünatı olmamalıydı. Evrenin bu kadar mutlu hissederken ona kötü bir sürpriz göndermesine anlam veremezdi. Yine de bu dünyada her şeyin olduğuna şahit olmuştu. İnsanların en mutlu anda ölmeleri, babaların pek çok zaman oğullarını öldürmeleri, en yakın arkadaşların bir anda düşmandan daha kötü bir hale gelmeleri hep yaşanmıştı. Anneler ve çocuklarının arası bile bozulmuş, gerçekleşmesi bir an bile düşünülmeyecek şeyler kolayca yaşanmıştı. Yine de Alinda kendisi için o kötü günün bugün olmadığını biliyordu. Dünyanın düzenine rağmen bugün o gün değildi.

Vapurda içeride kalmayı tercih etmesine rağmen baharın enerjisinden çok daha fazlası hâlâ içindeydi. Sadece müzik yapanları daha yakından dinlemek için buradaydı. Onların sabah saatlerinde çaldığını bilmiyor, ilk kez denk geliyordu. Ve onların çabalarını görürken onlara ardını dönüp gidemezdi. Onları yolculuğunun sonuna kadar dinlemeyi tercih ediyordu. Temiz hava ile uzun zaman geçirecekti ve önündeki bu kısacık zaman diliminde onları dinlemekten daha hoş bir meşgale bulamayacağından emindi. Boğaz manzarasına eşlik eden uğraşları ile zevk aldığı her şey birkaç metre uzağında olacaktı.

Çellonun telinden son nota da geçip gittiğinde vapur iskeleye yanaşmış, acelece pek çok yolcu inmek için ayaklanmıştı. Alinda henüz ayaklanmamıştı. Vapurun penceresinden o andan çok uzağa bakıyordu. Lakin iskeleye çıkmaya başlayan ilk yolcuların ilerleyişlerini izledikten sonra bulunduğu zamana geri döndü. Yerinden kalkmasının ardından müzisyenlerin yanından geçerken onları dinlemiş olmanın teşekkürünü yaptı. Basamaklardan teker teker ve yavaş bir şekilde inmeye başlarken ansızın durdu. Birinin kendisine baktığından emin olarak kendi oturduğu yere baktı. Orada kimse olmadığını gördüğünde kaşları çatıldı. İzlendiğinin ve orada birinin olduğundan neredeyse emin olarak dönmesine rağmen kimseyi göremiyor olma durumundan rahatsızdı. Yine de bugün hiçbir şeye takılmayacağına dair kendisine verdiği söz uyarınca göremediği bakışların sahibini zihninden uzaklaştırıp artık son yolcularını da bir sonraki sefere kadar uğurlamakta olan vapurdan inmek için hızlandı.


İskelede yürürken kulaklığından gelen Elif Çağlar sesi ile dünyanın ve insanlarının sesinden uzakta olsa da onlardan gelebilecek sesleri eksiksiz tahayyül edebiliyordu. Kulaklığı takmadığı çok fazla zaman olmuş, insanları ve dünyayı dinlemişti. Bugün ise sade ve sadece müziği tercih ediyordu. Enerjisini ve içindeki mutluluk hissini koruyacak olanın müzik olması inancı her zamanki yerindeydi. O varlığının ilk anından beri müziğin içindeydi. Babasının o henüz annesinin karnındayken piyanoda çaldığı parçaları hatırlamasa da hatırladığı ilk anıları kesinlikle müzikle ilgiliydi. Ve bu huzurunu sağlayan yegâne şey olmaktan uzaklaşamıyordu.

Varacağı noktaya yürüyüşü esnasında şarkılar birbirine eklenirken zihni tamamen ve bir daha kirlenmeyecekmiş gibi temizlenmişti. Ilık havanın güven verdiği pek çokları gibi o da bir süre üşüse de oturacağı yeri belirlediğinde artık hava koşulları pek umurunda değildi. Gününü burada, bir şeyler yazarken ve denizi seyrederken geçirmek istiyordu. Ve Alinda bir şey istediğinde sonucu ne olursa olsun onu yapar ya da elde ederdi. İlkokuldayken lise sınavı, istediği üniversite bölümü, yapmak istediği her ne ise bir şekilde onun eline gelirdi. Çoğundan bir süre sonra sıkılır ya da hayal ettiğini alamadığında uzaklaşırdı. Ama mutlaka istediği şeyin onun yörüngesine girmesi o şeyin kaçınılmaz sonuydu. Ve yine bazen kendine bununla ilgili olarak çok eziyet eder ve gerçekte ne istediğini görmez olup kendine zarar verecek noktaya da gelirdi. Akademik kariyer ve hayatının son iki yılı bu şekilde ona zarar veren isteklerinin en büyükleri olarak görülebilirdi. Bunu biraz geç olsa bile anlamış ve kabul etmişti. Yolunu tamamlayacak olsa da artık hiçbir şey eskisi gibi olamayacaktı. Hızla verdiği karardan pişman olmayacağını biliyordu. Hızlı olduğu bir gerçek olsa da bunun gerisinde uzun bir zaman ve yaşanmışlık vardı. Hislerinden de istediği şeylerden de an itibariyle emindi. Geçmişte olanlar gibi değildi. Ki o artık çoktan kararını verdiğinden ve yolunun bu olduğundan eminken gerisi teferruattan başka bir şey değildi.

Yazmaya hazır hissettiğinde yaklaşık yarım saatten beri gökyüzünü izliyordu. Hâlâ öğle olmuş değildi. Gökyüzünde pürüzsüz bir mavi ve görmezden gelinebilecek kadar az sayıda bulut olsa da Güneş Dünya’yı ısıtma konusunda cimri davranıyordu. Güneş’in dik ve sıcak ışınları daha birkaç hafta önce Ekvator’a gelmişti. Bahar başlamış ve bahar havaları hızlı bir şekilde şehri esir almış olsa da karaların ve denizlerin tam anlamıyla ısınmasına, kışın soğuğunu üzerlerinden atmalarına daha zaman vardı. Yine de karaların denizlere nazaran daha hızlı ısındığını bilmek bir nebzede olsa sevindiriciydi. Belki henüz denize girmek akıllardan geçirilemezdi ama elbiseler ve ardından şortlar günlük seçimlerde daha çok yer edinebilirdi. Güneş’in tenine daha fazla değmesi için daha fazla seçeneği olabilirdi.

Parmakları klavyenin üzerinde hızla hareket ederken etrafında olanlara ve çevresini sarmış olan seslere duyarsızlaştı. Bin kelimeden fazla bir eklemenin ardından tiz bir ses onun parmaklarının durmasına neden oldu. Eli telefonunda çalmaya devam eden şarkıyı durdurmak için hareket ederken gözlerini yazdığı sayfadan ayırdı. Sesin gelmiş olduğunu düşündüğü yöne bir bakış attığında ise küçük bir kız çocuğunun köpekten korktuğunu gördü. Kendisi de küçük bir kızken köpeklerden korkardı. Onların insanlara en yakın ve en sadık hayvanlar olduğunu o günlerde de düşünse de onların içlerindeki potansiyel tehlikeden her şeyden daha çok ürkerdi. Bir kedinin kendisini parçalamasından, onu yok etmesinden önce ondan kurtulabileceğine inanır ama bir köpeğin onu öldürmeden bırakmayacağını düşünürdü. Yine de sonrasında bu düşüncesini atlattı. Babasının sayesinde köpeklerden bir daha korkmadı. Köpekler de kediler de yedi yaşından sonra Alinda için en yakın arkadaşlar oldular. Öyle ki insanlardan daha çok onları seviyor ve onlarla geçen zamanı insanlara tercih ediyordu. Ve Lord Byron’a her zamankinden daha çok hak verir oldu. İnsanlar da sevilebilirdi ama doğa ve hayvanlar, daha çok da doğa sevilmeyi insanlardan daha çok hak ediyordu. Ki o asla güvene ve sevgiye ihanet etmezlerdi. Doğa asla kendisine zarar verilmedikçe zarar vermezdi ve çoğu zaman ona zarar verildiğinde bile aynı karşılığı insanlara vermemişti. Yine de düzenin yakın bir zamanda değişmeyeceğini de kimse garanti edemezdi.

Doğanın içinde olmak her daim Alinda’yı mutlu eder ve güvende hissettirirdi. Her yaz babası ve annesiyle beraber Bolu’ya gitmeye, tabiatın içinde kaybolmaya alışık ve de aşıktı. Ağaçların her bir çeşidini de ormanda aç kaldığında ne yemesi gerektiğini de bu uzun tatiller sayesinde anne ve babasından öğrenmişti. Onlar olmasa bile öğrenebileceğinden şüphesi yoktu ama bir rehberin yakınlarda olması her zaman hayat kurtarırdı. Onlar olmadan ya da biri ona göstermeden tek başına yola çıkmayı da doğa da kalmayı da düşünemezdi. Lakin kalsa ölmeyeceğini de bilirdi. Sadece nedenini anlamadığı o rehberi olmama ihtimalinin korkusundan ötürü onların rehberliğine minnet ederdi. Bir anda bir ormanın ortasında kendi halinde kalsa aklını yitirebilecekken biri o ilk anda ona yol gösterdiği için yol gösterilmemesi ihtimalini düşünmeye bile dayanamazdı. Sanki hiçbir rehberi ya da bilgisi olmadan dünyaya bir başına atılmış gibi eski korkuları orada dururken düşüncelerinin kaynağına inmemek için her şeyi yapmaya devam ediyordu.

Ormandaki zamanları düşünürken karıncaları ezmemek için patikalarda onları aradığı zamanlar, bir kuş görüp peşine düştüğü seferler ya da el değmemiş bir su kaynağından ilk kez kendisinin su içtiğini hayal ettiği güneşli olsa da aynı zamanda serin o günler çok uzağında değilmiş gibiydi. Ama çok uzağındaydı. On beş koca yıl önce tüm bu geziler, güzel günler sona ermişti. Yeniden yaşaması içinde gerçek bir suç ortağına ihtiyacı vardı. Ne yazık ki o suç ortağına hiçbir zaman kavuşamayacağına dair kesinleşen bir inancı da vardı. Hiç kimse anne ve babası kadar iyi suç ortağı olamazdı. Ve Alinda onlar gibi her anlamda suç ortağı aramasa da kendi sınırlı arayışı içinde uygun biri henüz yaratılmamıştı.

Köpekten korkan kıza bakarken kızın korku çığlığını atan çocuktan başka bir çocuğa dönüşmesi saniyeler sürdü. Annesinin cesaret vermesiyle köpeğe doğru adım atmasından bir an sonra gözlerinde korku yerine merak belirdi. Ona karşı olan korkusu sağlam değildi. Bunu, bu korkuyu kabullenmiş ve ona göre davranarak çığlık atmıştı ama aslında korkudan çok uzaktı. Cesarete ihtiyacı vardı. Onu merak ediyor, gizlice hayranlık duyuyor ama belirsiz bir sebepten korktuğuna inanıyordu. Cesarete ulaştığında ise saniyeler önce çığlık atan kendisi değilmiş gibi köpeği sevmeye hatta onunla oyun oynamak isteyecek bir hale bürünüyordu. Bu an kendisinin geçmişine çok benziyordu. Tabloya bir baba figürü de eklendiğinde kendisinin geçmişinin bir yeniden canlandırması olması muhtemeldi. Lakin yakınlarda küçük kızın baba diyeceği biri yoktu. Kendisinin babasının da artık olmadığını, yaşamadığını hatırlamak boğazının düğümlenip nefes almasını zorlaştırırken o kızın babasının neden yanlarında olmadığını bilmek istedi. Bir kız çocuğu ne kadar anneye bağlı olursa olsun her zaman babasını isterdi. Ve şimdi de bu kız için aynısı olmalıydı. Babası şu an burada ve korkusu geçmekte olan kızının hemen yanında olmalıydı. Ama değildi. Kendi babası gibi onun babası da en zor anında da en güzel anında da yanında değildi. Ki ne yazık ki kendi babası çok uzun süre önce ölmüştü. Fakat o kızın babası ölmüş olamazdı, olmamalıydı. Yaşayacakları, öğrenecekleri daha pek çok şey varken onu yarı yolda bırakamazdı.

Aklına gelenlerden nefret etti. Yaşadığı anıları sonsuza kadar unutabilmeyi isterdi ama kimse daha unutuş nehrine girmemiş, unutmak istediklerinden kurtulamamıştı. Unutuş Nehri gerçek olsun isterdi. Unutmak istediği tüm anılarını ve annesini bir daha hatırlamamak için bir efsanenin peşinde ölene kadar dolaşabilirdi. Lakin bunu çok sonra değil, şimdi istiyordu. Bir an sonra her şeyi unutmak paha biçilmez olurdu. On beş yıldan beri zihnini rahat bırakması için mücadele ettikleri yok olduğunda rahatlayabilirdi. Ancak rahatlayamıyordu. Unutamıyor ve unutmanın yanından bile geçemiyordu. Kara batağına her zaman yeniden çekiliyor olsa da bugün değildi. Bugün o günü hatırlamayacak, hatıraların da acılarının da esiri olmayacaktı. Fakat bu bu esaretin başlama ihtimalinden onu kendi kararlılığı değil ansızın çalmaya başlayan bir telefon kurtardı. Telefonun ekranındaki ismin titrini bildiğinden saniye bile kaybetmeden telefonu açtı.

“Merhaba hocam!”

“Merhaba Alinda, müsait misin?” diyen telefonun ucundaki ses eski hocalarından birine aitti. Sonunda onu kazısına kabul eden Ferit Hoca’nın sesini duymak onu hem korkuttu hem de bir beklenti içine soktu. Onun elektronik postasını aldığına, okuduğuna ve bununla ilgili oluşan bir durumdan ötürü aradığına tam olarak emindi. Gerildiği halde bunun aksi bir şekilde rahat olmak için biraz fazla çaba sarf etmesi gerekti.

“Tabii, müsaidim hocam.”

“Mailini dün akşam gördüm. Aslında tam zamanında gördüm demem lazım. Karahan Tepe’de kazılar devam ediyor biliyorsun. Bizim kazı özellikle yeni aptal kurallarla başladığından yakın zamanda da yakın gelecekte de istenen ilerleme sağlanana kadar durmaması, akademik takvimlerdeki uygunsuzluklara rağmen devam etmesi gerekiyor.” Alinda hocasının sesinden gerilimine neyin neden olduğunu anlamaya çalışırken ondan istediğini alacağını biliyor ama nedenini de bilmeyi istiyordu. Fakat fazla ihtimal de yoktu. Cümleleri arasındaki ‘akademik uygunsuzluk’ fazlasıyla detay ve kesinlik veriyordu. “Dört gün önce Ahmet Hoca’nın asistanı rahatsızlandı ve Almanya’ya dönmesi gerekti. Biliyorsun yaşından da ötürü bazı konularda ona yardım edecek biri gerekiyor. Hazır sende boşa çıkmış ve kazıya erken gitmek istiyorken onun asistanlığını yapmaya ne dersin? Ki sadece onun da bir asistana ihtiyacı yok. Boşalan yerdeki asistan hepimize yardım ediyordu. Yani etrafında biraz fazla uğraşması gereken huysuz ihtiyar vardı. Bu nedenle düşünüp karar vermeden önce biraz da olsa zaman istersen anlarım.”

“Zamana ihtiyacım yok Hocam, bu teklifi seve seve kabul ederim.” Heyecanını bastıramazken geçen Eylül ayında kazı henüz tam olarak başlamamışken tanıştığı kızı hatırladı. Ona ne olmuştu? Fazlasıyla hayat ve enerji dolu olan o kızın hastalanacağına, hastalanabileceğine nedense inanamıyordu. Adını hızla anımsarken o kızın kazıdan neden uzaklaştığına dair merakı daha da artıyordu. “Bu arada Ursula’ya ne oldu? Umarım önemli bir şey değildir.”

“Küçük bir talihsizlik yaşadı demek daha doğru olacaktı sanırım. Yanlış zamanda yanlış yerde bulundu ve neden yıkıldığı belli olmayan bir megalitten son anda kurtuldu. Ama ayağında bir kırık var ve yaklaşık üç ay kazı alanlarından uzak olması onun için daha iyi olacak.” diyen hocasının cümlesi biterken tuttuğu nefesini hızla verdi. Korkmuş ve onun için fazlasıyla üzülmüştü. Megalitlerin ortalama ağırlığı bile korkutucuyken onlardan biri tarafından ezilme ihtimali kanını dondurmaya yeterdi.

“Umarım hızla iyileşir.” Ursula’nın yaşadığı talihsizlik gözünün önünde canlanırken gözlerini yumup bu görüntüden kurtulmak istedi. Fazla gerçekçi bir betim sunan hayal gücünün ona gösterdiklerini görmemek, kazı için cesaretini korumasına yardım edebilirdi. Ki bu konuda bir parça daha heyecanlanmasına yetecek bir sebebi daha vardı. Bir megalit devrildiğine göre bu kazının sandığından da hızlı ilerlediğini gösterirdi. Yedi ay gibi bir süre içinde megalitler açığa çıkmaya başladıysa yılsonuna gelindiğinde çok daha fazlası olacak demekti. Ama yine de tonlarca ağırlıktaki bir megalitin devrilmesinden hoşlanmamıştı. Onun neden devrildiğini bilebilmeyi istedi. Tabii bunu oraya gitmeden öğrenemezdi.

“Beni duydun mu Alinda?”

“Özür dilerim, duyamadım.”

“Yarın sabah uçağıyla Şanlıurfa’ya uçuyorsun. Ben ancak haftanın sonunda gelebileceğim. O güne kadar yabancılık çekmeyeceğine eminim. Ekiptekilerin hepsi dost canlısıdır. Herhangi bir şey olursa beni istediğin saatte arayabilirsin.” Gidiş tarihinin yakınlığı karşısında nutkunun tutulduğunu hisseden Alinda saatine bakmak istiyordu. Bir an telefonu kendinden uzaklaştırıp baktığı anın ihtimalinde hocasının söylediği bir şeyi yeniden duyamayacak olmaktan korkarak saate bakamadı. Ki saliseler içinde hocasının sesini de yeniden duydu. “Bu arada kalacak yer konusunda da iyi bir haberim var. Seni ev aramakla da uğraştırmayacağız. Ursula’nın evinde kalacaksın. Sabahları biraz erken kalkman gerekecek ama merak etme Hermann iyi şofördür ve hızla kazı yerine ulaşırsınız. Sormayı istediğin bir soru var mı?”

“Hayır hocam. Sadece, teşekkür ederim.”

“Bence Ursula’ya ve asistanımızı telef eden megalite teşekkür etmelisin ama onların adına teşekkürünü kabul edebilirim. Görüşürüz.”

Telefonu kaparken yaşadığı değişimin hızına inanamadı. İşten ayrılmasından sonra her şeyin kötüye gideceğine inandığı geçmiş zamanlarını yeniden düşündüğünde aptallığına karşı öfke duyuyordu. Bu kararı daha önce almalıydı. O zaman belki bu kadar hızlı bir şekilde yine bir uğraş bulamayacaktı ama öyle ya da böyle en sonunda istediğine kavuşacaktı. Korkuları yüzünden yerinde saydığı tüm zamanlardan da korkularına olması gerekenden daha fazla güç veren kendinden de nefret ediyordu. Korkularak yaşanamayacağını görmesine rağmen yine ve yeniden kendini korkulardan kurtaramıyordu.

Şimdi her şey ellerinin altındaydı. Kazıya gidiyordu, yeni şehrinde ev aramasına gerek yoktu ve belki de yazın katıldığında olacağı konumdan daha iyi bir noktadaydı. Ki tezinin teslim edilebilir bir hale gelmesine de çok az bir zaman ve ekleme kalmıştı. Ki verdiği yeni pek çok kararlar beraber doktora tezi umurunda da değildi ama onun sorumluluğu da yarım bırakılmışlığı da çok yakında bitecekti. Hayatı bu sefer hiç olmadığı kadar iyi gidiyordu. Yeni şehri ve uğraşıyla da hayatında uzun zamandır açamadığı o yeni başlangıç sayfası açılmış olacaktı. Bu defa hatalar olmadan hatalarıyla ve doğrularıyla özgür bir insan olmanın farkı ile kendi hayatında yol alacaktı.

 

 

Akşamın karanlığı çökerken alışverişinin bu kadar uzun süreceğini, eve bu denli geç döneceğini hesap etmemişti. Bu kısa sürecek bir alışveriş olmalıydı ama olamadı. Alacağı hiçbir şey yoktu ama aldığı şeyler hiç olmanın tam tersi olarak her şeydi. Ki aldığı çoğu şeyi beraberinde de götüremeyecekti. Neden yaptığını dahi anlayamadığı davranışlarına bir yenisi daha eklenmiş oldu.

Elindeki poşetleri kapının önüne bıraktı. Anahtarını bulabileceğinden emin olmaması dışında bir sorunu yoktu. Eli çantasının derinliklerinde bir türlü bulamadığı anahtarı ararken izlendiğini hissetmeye başladı. Hiçbir ayak sesi ya da herhangi birinin varlığı olmamasına karşın biri tarafından izlendiğine neredeyse emindi. Arkasına dönmekten korkuyor ama yine de bir şekilde kontrol etme ihtiyacı duyuyordu. Cesaretini toplamasının ardından ansızın geri döndüğünde ise hiçbir şeyle karşılaştı. Kimse yoktu. Üst katın harekete duyarlı ışığı bile birini ele vermek için yanmıyordu. Kendi kendini korkutmaktan başka bir şey yapmadığını düşünüp güldü. Kazı alanında da binlerce yıl önce ölmüş insanları görmeye başlamakla alakalı olarak kendisiyle dalga geçti. Lakin eğlenceli hali saniyeler içinde yok olup gitti. Karşıdaki dairenin kapı deliğinden ışık vuruyordu ve Alinda izleyicisinin eski komşusu olduğundan emindi. Onu bu şekilde dikizlerken ilk defa yakalamıyordu ama bu defa sinirlendi. Korkmasına ve kendisi eve girmek için hazırlanırken onu ürkütmesine tepkisiz kalmak istemedi. Orta parmağını bir anda havaya kaldırırken sinir bozucu adamın bu defa en azından kendini karanlıklarda saklı sanamayacağını düşünerek ve kendi çapında ona bir ceza vererek mutlu hissetti. Bazıları her ne kadar onları tanımıyor olsa da bazen kötülüğü hak ediyordu. Ona göre bazı insanlar da bazı tanrılar ve tanrıçalar gibi gerçekten kötüydü. Ceza almaları ise düzen için gerekliydi.

Tekrar kapısına dönme hazırlığındayken ve komşusunun hâlâ kendisini rahatsız etme isteği ile izlediğini hissederken bir an için öfkesini kontrol etmek yerine kapısını çalıp açana kadar yumruklama ihtimalini gerçekleştirdiğini düşündü. Lakin bu sabah yetişmesi gereken bir uçak varken fazlasıyla gereksiz ve zaman çalıcı bir aktivite olup onu zora sokabilir, belki gecesini ve gününü de alabilirdi. İhtimalleri bilirken derin bir nefes alıp anahtarını bulmaktan başka bir şey düşünmemeye çalıştı. Fakat anahtarı bulunmamak için direniyordu. Ve o esnada hiç ama hiç beklemediği bir şey oldu. Asansörün kapısı açılırken içinden karşı komşusu çıktı. Ki o an Alinda’nın aklını kaçırmasına yetecek kadar korkunçtu.

Alinda çok uzun süredir biliyordu ki komşusu yalnız yaşayan ve yalnızlığı tercih eden bir adamdı. Evine kimse gelip gitmez, onun evine ondan başkası girmezdi. Ancak dakikalar önce orada, o kapının ardında biri olduğuna emindi. Kanıtlayamazdı ama birisi oradaydı ve onu izlemiş, rahatsız hissetmesi için elinden geleni yapmıştı. Orada olan kişi ise kendisi de dâhil pek çok apartman sakini için bir canavar olan kapı komşusu değildi. Komşusunun içeri kimseyi sokmadığı evinde ondan başka biri vardı ve kapıyı açmaya çalışmasını çekinmeye gerek görmeden ki, tam da bunun aksini isteyerek onu izlemişti. Ve Alinda kim olduğu hakkında dahi fikri olmadığı birine hiç düşünmeden hareket çekmişti. Ki bu yaptığı umurunda da değildi. Tek derdi o kapının ardında biri var mı yok muydu? Kanıtlayamasa da bu soru için verebileceği kesin bir cevap vardı.