Sanatın ve sanatçının varlığı, kelimelerin bizzat kullanımı dışında insan ile eş zamanlı gerçekleşmiştir. Gombrich, Sanatın Öyküsü kitabına zihnimizin perspektifini

genişletecek şu cümleyle başlar: "Sanat diye bir şey yoktur aslında. Yalnızca sanatçılar vardır."(Gombrich, 1997, s.15) Sadece bu cümle dahi bize o dönemki yapıtların "eser" üretme kaygısıyla değil, birtakım ihtiyaçlara yönelik ortaya koyulduğuna işaret edebilir. Geçmişin sanatını ve görmenin yolculuğunu anlayabilmek içinse bu işaretleri takip etmek, dönemin şartları ve ihtiyaçlarına göre dönemi değerlendirmek gerekir.

İlkel topluluklar, avcılık ve toplayıcılıkla hayatlarını sürdürüyorlardı ve onlar için

dünya bilinmez aynı zamanda keşfedilmeyi bekleyen bir yerdi. Etraflarını iyi bir şekilde gözlemlediklerini yaptıkları resimlerden anlıyoruz. Bu resimlerin ikonografisini atlar, mamutlar, bizonlar, geyikler oluşturuyor. Avlarına dahil olacak hayvanları resmediyorlardı. Bugün bu resimlerin örneklerine rastladığımız Fransa'daki Lascoux Mağarası'nın 250 metre uzunluğunda olduğunu düşünürsek, estetik kaygılar

nedeniyle bu denli mağaranın derinliklerine gittiklerini söylemek pek gerçekçi olmaz. Mağara resimleri onlar için bir tür büyü ritüeliydi. Avlarını kontrol altına almak adına resmini yapıp avın başarılı geçeceğine inanıyorlar, bir anlamda motivasyon büyüsü yapıyorlardı. Bu, onların doğanın bilinmezliğiyle ve gücüyle baş etme yöntemlerinden biriydi. İlkel insan düşünce ile isteği birbirinden ayırt etmiyordu. Onlar için imgeler o denli gerçekti ki Gombrich bu durumu şöyle aktarıyor: " İlkeller için, bir kulübe ve bir imge arasında yararlılık açısından hiçbir fark yoktur. Kulübeler onları yağmurdan, rüzgardan, güneşten ve kendilerini yaratmış olan ruhlardan korurlar; imgeler ise,

onları, doğal güçler kadar gerçek olan öteki güçlere karşı korurlar." (Gombrich, 1997,

s. 39-40) Çünkü onlar yaşayan her canlının bir ruhu olduğuna inanıyordu ve hayvanların resmini yapmak, aynı zamanda onların ruhunu kontrol altına almak dolayısıyla avın başarılı geçmesini sağlamak demekti. Bununla beraber çocuklardan da örnek verir Gombrich. Çocuklar oynadıkları oyunun gerçek ve hayal ürünü olma

sınırının nerede başlayıp bittiğini bilmezler. Ta ki etrafında bunu onlara hatırlatacak bir yetişkin belirene kadar. Ancak ilkel insanlar, tüm bu ritüelleri topluluk halinde yaparlardı, bu genel bir inanıştı ve itiraz edecek bir kişi dahi yoktu. Dolayısıyla ilkel insan için imgeler onların dış dünyaya uzanan bir kollarıydı ve o kol tamamiyle gerçekti. Yaratım aşaması geçiren imge ile zaten var olan dünya gerçekliğini

ayrıştırmıyorlardı.

Modern insanın ise imge ile arasında bir perde vardır. İmgenin gerçekdışılığının farkındadır ancak o imge, duyguları kadar gerçektir. İmge bugünün dünyasında böyle

ikircikli bir anlam taşır. Fotoğraflar bizim için ilkel insanın mağara resimleriyle aynı anlamı taşır. Tek bir farkla: Biz imgeleri, imgenin konusu olan nesneyi kontrol altına almak ya da "büyülemek" için yaratmayız. Yaratım sürecinde gerçektir

ve sonrasında oluşan imge bizim için yine anlamlı bir gerçekliğe dönüşür. Zararbveremeyeceğimiz, kolayca buruşturup atamayacağımız bir gerçekliğe. Fotoğraf ve gerçeklik arasındaki ilişki gibidir bu. Fotoğraf yaratıldığı an itibariyle gerçektir ancak

bir saniye sonrasında bir imgeye dönüşmüştür. Dolayısıyla fotoğraf, gerçekliğini o anın yaşanmış ve kaydedilmiş olmasından alır. Anın deneyimi biricik olduğundan

sonrasında bize yalnızca imgeler kalır. Kısacası fotoğraf, gerçeğin yeniden üretimidir ve imgenin gerçeğe içkin olduğu bir yaratımdır. Bu iki kavram, birbirinden ayrı düşünülemez. John Berger’in şu cümlesiyle konuyu bitirelim: “Bir imge, yeniden

yaratılmış ya da yeniden üretilmiş görünümdür. İmge ilk kez ortaya çıktığı yerden ve zamandan birkaç dakika ya da birkaç yüzyıl için kopmuş ve saklanmış bir görünüm ya da görünümler düzenidir. Her imgede bir görme biçimi yatar. Fotoğraflarda bile.

Çünkü fotoğraflar çoğu zaman sanıldığı gibi mekanik kayıtlar değildir. Her bir fotoğrafa baktığımızda, ne denli az olursa olsun, fotoğrafçının sınırsız görünüm olanakları arasından o görünümü seçtiğini fark ederiz.” (Berger, 2016, s.10).