In the Name of the Father (Babam İçin)

“Dürüst para daha çok dayanır.”



Öncelikle yönetmeni, oyuncuları ve filmin hukuki boyutunu eleştirmeden önce filmi, gerçek bir hikâyeden uyarladıklarını belirtmek istiyorum.


Yönetmen

Filmi eleştirmeden önce yönetmeni biraz yakından tanıyalım ve tenkitte bulunalım tabii. Zira yönetmenimiz Jim Sheridan, İrlandalı ve filmde İrlanda’nın İngilizlere karşı özgürlük savaşını da anlatıyor. Jim Sheridan cesur bir yönetmen; niye mi? Amerikalı, İngiliz ve hatta İrlandalı yönetmenlerin bile çekmeye korktuğu bu filmi ne pahasına olursa olsun ele almış ve korkusuzca çekmişti. Yönetmenin hem cesaretine hem de hikâyeyi filme uyarlamadaki başarısına değinmeden geçmemek lazım. Zira dönemin teknolojik şartlarına rağmen hikâyeyi ustaca beyaz perdeye taşımış.


Oyuncular

Oyunculara gelecek olursak Oscar ödüllü ‘’İngiliz’’ oyuncu Daniel Day-Lewis, ‘’İrlandalı’’ Gerry Conlon karakterini canlandırıyor. Ve gerçek bir İrlandalı gibi oynuyor desek yeridir. Daha önce de Jim Sheridan’ın Sol Ayağım adlı filminde de başarılı olan Daniel Day-Lewis bu filmde deyim yerindeyse hissederek ve empati kurarak oynamış ve olumlu eleştirilerin yanında bir İngiliz olduğu için bazı çevreler tarafından olumsuz eleştirilere maruz kalmıştır. Filmde en çok beğeni kazanan, benim de oyunculuğunu en çok beğendiğim, ‘’dünyanın en iyi oyuncusu’’ olarak nitelendirilen, Giuseppe Conlon rolüyle karşımıza çıkan Pete Postlethwaite oldu. Pete’ı Jurassic Park filmlerinden tanıyanlar vardır mutlaka ve daha nice filmde... Filmdeki örnek duruşuyla oğlu Gerry Conlon’ı yalnız bırakmayan ve ona her zaman doğru yoldan ayrılmaması yönünde öğütte bulunan bir baba var karşımızda. Ve hukukun, adaletin er ya da geç tecelli etmesine vesile olan örnek bir avukat var. Gareth Pierce rolüyle, Emmy ve BAFTA ödüllü Emma Thompson’ı alkışlamak lazım diye düşünüyorum. Kısaca başroldeki oyuncuları tanımlayacak olursak oğul Gerry Conlon, yanlış zamanda yanlış yerde bulunduğu için suçsuz yere hapse atılıyor; keza baba Giuseppe Conlon da oğlunu kurtarmaya giderken suçsuz yere, işlemediği bir suç yüzünden hüküm giyiyor. Avukat Gareth Pierce’e gelecek olursak 15 yıl önce suçsuz yere içeriye atılan 4 arkadaş, baba ve diğerlerini masum olarak görmüş ve bunu ispatlamak için günlerce ipucu aramış, davanın yeniden açılması, temyize gönderilmesi ve adaletin yerini bulması için çabalamış iyi bir avukat; üstelik hastalanmasına rağmen bunları yapıyor.


Gelgelelim filmdeki hukuk boşluğunu ve insan hakları ihlalinin nasıl işlendiğini anlatmaya.

                                             

Filmin Konusu

İngiltere’nin IRA’nın şiddetli saldırılarıyla sarsıldığı bir dönemdir. Hükûmet bundan yararlanarak kendisine, bugün artık kabul edilemeyecek seviyede hak ihlali içeren bir gözaltı ve soruşturma yetkisi veren bir kanunu kabul ettirir. Ancak buna rağmen şiddet eylemleri durmayınca kamuoyunu rahatlatmak adına “birilerini” yakalamak ihtiyacı hisseder. Bu “birilerinin” gerçekten IRA üyesi olup olmadığı çok önemli değildir. Yakalananlar işkence altında “üye olduklarını” kabul edeceklerdir. İnanması güç zincirleme olaylar sonucunda tamamen masum Conlon ailesinin neredeyse tüm üyeleri, ağır işkencelerin ardından, IRA mensubu olmak suçundan mahkûm edilir. Öyle ki idamdan son anda dönerler.


Baba Conlon masumiyetlerinin ispatlanması için barışçıl bir kampanya başlatır. Oğul Conlon tüm adalet sistemine duyduğu kin ve nefret sonucu nihilizme düşmüş ve kaderini kabul etmiştir. Yıllar sonra idealist bir avukat olan Gareth ise davayı yeniden açtırmayı başarır ve hükûmetin sakladığı bazı gerçeklere ulaşır.

 

Filmde Eleştirdiğim Noktalar ve Metaforlar

Filmin etkileyici ve eleştirilecek birçok yanı var. Hukukun nasıl katledilebileceği, hükûmetin baskı aracı olarak kanunları nasıl kullanabileceği, kamuoyunun nasıl yanlış yönlendirilebileceği, özellikle dava salonundaki izleyicilerin yıllar önceki ve yıllar sonraki tepkilerindeki değişim son derece sembolik olmuş. Barışçıl kampanyaların nasıl etkili olabileceği ve adalet arayışının nasıl bir idealizm gerektirdiği, öyle ki bazen bir hukuksuzluğu yok etmek için başka bir hukuksuzluk yapmak gerekebiliyor, ki bunlar film boyunca çok net şekilde gösterilmiş. Diğer taraftan suçsuz olduğunu çok iyi bildiği dört gencin hayatını sırf “İtibarımız canlı kalsın, demokrasi ölse de olur.” diyerek hiç gören çok demokratik(!) bir devletin acınası halini gözler önüne seren, oldukça huzursuz edici ama varlığı görmezden gelinen bir hikâye.


Film adalet, aile bağları, baba-oğul uzlaşma ve uzlaşmazlıkları, ırkçılık, merhamet gibi konuları işlemiş; bunun yanında İrlanda halkının maruz kaldığı emperyalist sindirmeye gerçek hayattan kaynağını alan radikal bir sistem eleştirisi olup bu ahval ve şerait içinde mazlumun niteliği hayli tartışılır başka bir konudur. Ayrıca İngiltere’nin filmi tanımayıp bir propaganda filmi olarak nitelemesi de geleneksel itibara “halel” gelmesin misyonudur.


Filmdeki bu metaforlar dikkatimi çekti: Che Guevara posterleri ve “freedom” grafitili duvarlar. Bob Marley ve Jimi Hendrix posteri olumlu bir hareket olmuş fakat The Godfather filminin izlettirilmesi ve müziğinin çalması bana göre gereksiz olup filmin konusuyla örtüşmesine rağmen seyirci çekmek için yapılmış bir hareket ve ayrıca bu filmin hapishanede izlettirilmesi ne kadar mantıklı olabilir? Çünkü mahkûmlar böylesine kült bir filmi izleyip isyan edebilir, ki olmaması tuhaf olmuş bana göre. Keza baba Conlon öldüğünde diğer mahkûmların kağıtları yakıp pencerelerinden atmaları ve birlik olmaları, suçsuz bir insanın boş yere öldüğünü gösteren güzel bir kare olmuş.


Bu filmin başında avukatlara ve İngilizlere güvenilmeyeceği her ne kadar söylense de bu sözü çürütmek olasıdır ve oldu da. Çünkü avukatın yani Gareth’ın hem güvenilir bir insan hem de İngiliz olması bu sözü çürütüyor.


Filmde Dikkatimi Çeken Bazı Suçlar

(Bu bölümü, filmi izlemeyenler, filmi izledikten sonra okuyabilirler. Derin spoiler içerir.)


Hukuk açısından çiğnenen suçları şu şekilde de sıralamak mümkün: Öncelikle başrol oyuncumuz Gerry Conlon’ın masum insanların evini soyan basit bir hurda hırsızı olması ve yakalanmadan önce bir hayat kadınının evine girip parasını çalması, hukuk adına işlenmiş bir suçtur ve ne durumda olursa olsun yapmaması gereken bir hareket. İkinci olarak Garry’nin gittiği işgal evinde, orada bulunan bir genç, Gerry ve üç diğer arkadaşını sevmediği için patlamayı onların yaptığını söyleyerek iftira atmıştır ve bu da bir suçtur. Üçüncüsü: İngiltere’nin İrlanda’yı sömürdüğü bir dönemdir ve IRA örgütünün eylemlerini durdurmak için İngiliz hükûmetinin, Terörün Önlenmesi Yasasıʼnı olaydan 2 gün önce çıkartması ve olayın olduğu gün Gerry ve üç arkadaşını bir kanıt olmamasına rağmen tutuklayıp işkence yapması hukuki bir suçtur, devamında Gerry ve arkadaşlarına zorla imza attırarak suçu onlara atmak yine suçtur. Yine bulunan delilleri mahkemeden saklamaları da bir suçtur. Ve devamında dördüncü olarak olaydan önce Gerryʼnin İngiltereʼye gelmeden önce gemiye binerken 2. sınıf yolcu diye diğer insanlardan küçük görülmesi ayrı bir insanlık suçudur. Beşincisi: IRA’nın İrlanda’yı savunurken yaptığı eylemlerde masum insanları öldürmesi de bir suçtur. Bombayı patlatan gerçek kişinin teslim olması ve müfettişin bunları bilmesine rağmen tekrar gerçeği ortaya çıkarmak istememesi ve mahkemenin de bir şey yapmaması; en kötüsü Gerry ve arkadaşlarının hapse atılmasına sebep olan kişinin, hapiste insanları ailelerini öne sürerek tehdit etmesi ve bir gardiyanın kalıcı sakat kalmasına sebep olması, bundan daha vahimi ise Gerry’nin o adamla birlikte takılması, yani babasının aksine hareket etmesi de ilgimi çeken bir hak ihlali ve bir suçlar zincirinin halkaları oldu. Altıncı ve en önemlisi; mahkemeye çıkarılan Gerry ve arkadaşlarına jüri üyelerinin nefretle bakmaları ve dava hakiminin onlara “Kraliyet ailesine yapılsaydı idam cezası verirdim.” demesi aslında hakimin kendini de ikinci sınıf olarak tanımladığını gösteriyor ve diğer insanların önemsiz olduğunu gösteriyor. Sonuç olarak her birine 12 yıldan 30 yıla varan hapis cezası veriliyor ve ortada tek bir somut delil yokken yaşları 12 ve 14 olan iki çocuğun bile suçsuz yere hapse atılması, İngiliz adalet sisteminin ne kadar kirli olduğunu gösteriyordu ve bu çok büyük bir hukuk ve insanlık suçu olarak gösterilebilir. İngiliz adalet sisteminin -demin yukarıda söylediğim gibi- tekrar “Sırf itibarımız canlı kalsın, demokrasi ölse de olur.” anlayışıyla hareket etmesi sonucunda insanların “Merhamet kelimesi İngilizceden çıkarılmalı.” demeleri haklı bir serzeniştir kanımca.


Filmde, yukarıda belirttiğim gibi altı tane önemli hukuk ihlali gözüme çarptı ve insan hakları suçları sonuna kadar işlendi.


Baba Conlon hapishanede öldü ve suçsuzluğu ispatlanamadı. Oğul Conlon filmde suçsuzluğunu diğer arkadaşları gibi kazandığında 15 yılı boş yere hapiste geçirmişti. Yani adalet geç olsa da iyi bir avukatın çabalarıyla tecelli etti.

 

Son

Ve babanın bazı sözleri filmde çok şeyi anlatıyor diyebiliriz:

“Sahiplik ve kanun yok, sadece sevgi var.” demesi hukukun ve adaletin bir yerden sonra merhamet ve sevgi olmadan bir hiç olduğunu; oğlu hırsızlık yaptığında “Dürüst para daha çok dayanır.” demesi insanların dürüst olmadan adalet beklemesinin boş olduğunu ve oğlunu gemiye bindirirken “Git ve yaşa oğlum, sana verebileceğim en iyi öğüt bu.” demesi insanlığın o dönemde bu tür şeylere ihtiyacı olduğunu gösteriyordu. Hukuk açısından çok şey öğrendiğim bu filmde ihlalleri gösteren en iyi söz belki de budur, dava sonuçlandığında ve Gerry ve arkadaşlarının suçsuzluğu ispatlandığında Gerry Conlon’ın söylediği şu sözdür: “Ben özgür bir insanım, ön kapıdan çıkacağım.’’