"In vino veritas, in aqua sanitas’ ne demek biliyor musun Leman?” dedi, sorgular gözlerini vücudumun tüm hücrelerinde hissetmeye başlamıştım. Dün de böyle olmuştu.

“Hayır, bilmiyorum, bilmek de istemiyorum Allah’ın belası adam! Beni bırak! ne olur bırak gideyim. Yalvarırım bırak!” dedim, acizliğimin bu kadar fazla olduğunu ağzımı açmadan önce bilmiyordum. Ama işte insan biraz da böyleydi. Ağzını açtıktan sonra öğrenebiliyordu. Annesini bekleyen yavru kuşlardan farkımız yoktu.

“Bilmek istemiyorsan tabii ki bilemezsin. Nereden bileceksin ki? Sende ne eksik biliyor musun? Her insanın yaratılıştan gelen merak duygusu eksik, o duygu sende ve tüm gerçek karşıtlarında bulunmuyor.”

“Hiçbir şey umurumda değil! Buraya gelmiş felsefe yapıp duruyorsun, bıktım her şeyden, bırak beni.”

“Yok, canım, aa! Olur mu hiç bırakmak? Daha yeni geldin. Hem de sadece dört gün geçiverdi. Şipşak.”


Adam bıyığını burup biraz homurdandı, ‘beni tanıyor musun’ der gibi bakan gözleri gözlerimdeydi.

“Sana şarap ve su versem hangisini seçersin? Dünyanın ilk icadı şarabı mı? Yoksa ilk hazinesi suyu mu?”

“Su, su. Suyu seçerim. Şarap günah hem de öyle değil mi? Yanlış seçenek oydu değil mi? Su doğru olandı.” Şu zamana kadar, adamı gözümde büyüttüğümden hiç haberim yoktu. Annem sigarasını vücudumun belirli ve belirsiz yerlerinde söndürürken ya da babam yılan derisi kemeriyle beni kırbaçlarken onlar bana büyükten çok acizler gibi gelmişti. Gücü sadece savunmasızlara yeten insanlar gibi gelmişlerdi. Bu sefer daha farklıydı.

“Ah… ah. Yine yanlış seçimler ve kararlar veriyorsun Leman. Neden yanlış, hiç düşünme şansın oldu mu? Dur da ben anlatayım sana neden yanlış olduğunu. Şarap günah değildir. Hangi adalete inanıyorsun, gazetelerin ve kıytırık mahkemelerin adaletine mi? Gazeteyi açıp bütün o kapitalist reklamları ve binbir türlü yalan dönen siyah beyaz sayfaları geçince karşına çıkan üçüncü sayfa haberlerine göz attın mı? Dur o zaman madem bakmadın ben sana göstereyim.” Adam ceketinin içindeki cepten birkaç gün önce hesap makinesini nasıl çıkardıysa gazeteyi de öyle çıkarmıştı. Gazetenin adı “Songün”dü.

“Bak, birinci sayfa başarısız yazarların köşe yazılarını paylaştığı bir sosyal medyadır, bunlar ayrıca siyaset programlarında sadece süre doldurmak için konuşulur. Bazı ünlülerin fark etmezmiş gibi verdiği frikikleri de görebilirsin ya da günün cinayetini. Günün cinayeti ise günün sözüne epey benzer. Ünlü bir polisiye romanı yazarının elinden çıkmış gibidir. Yine de o romanların kurgusu, gerçek cinayetler kadar vahşice yapılamaz. Hiçbir zaman. Biraz daha gerçek görmek ister misin? Tabii ki de istersin! Burası ikinci sayfa, en gereksiz sayfadır; insanların ikinci baharı kadar saçmadır. Yıllar geçirdiğin bir insanı tamamen toprağa gömdükten sonra, başkasıyla yıllar geçirip onu toprağa gömmüş bir insanla yeni bir sayfa açmak kadar saçmadır. Sadece on yıl daha yalnız yaşamamak için yapılır. Bunu sadece kimler yapar biliyor musun, yalnızlar ve hatta yalnızlıktan korkanlar. Sen öyle misin? Korkuyor musun yalnız olmaktan?” dedi. Soruların ve gerçeklerin kezzap gibi yüzüme vurması canımı yakmıştı ama öte yandan da gerçekleri derimin altlarında bir yerde hissetmiştim. Önce zar doku, sonra örümceksi doku, sonra ise kemiksi doku. Gerçeklerin kezzap gibi bir sıvı olduğunu tahmin etmiyordum. Şimdi anladım ki insanlar gerçeklerin yüzlerine vurulmasından bu yüzden korkuyordu: Söylendiğinde yüzlerini savaş alanına çevirir diye, onu, yalanlara inanan halinden çok farklı biri yapar diye. İşte öğrenmekten tam da bu yüzden kaçıyorlar diye düşündüm.

“Ben mi? Yalnızlık ha! Yok, yok ben korkmam.” dedim, Yalanlar Adası’ndaki beş yüzüncü günümü acısıyla tatlısıyla bitirdikten sonra yalan söylemek hayatta kalmak ile aynı anlamı taşımaya başlamıştı. Kılavuz şöyleydi:

1. Kaliteli bir “Türkçe” sözlüğü açıp “y” harfini bulunuz.

2. “Yalan söylemek” fiilini bulunuz.

3. Etimolojisini ve seslenişini zahmet olmazsa siktir ediniz.

4. Sadece anlama odaklanınız.

5. Üçüncü maddeyi unutamadığınız zaman dördüncü maddeye dönünüz. OKB oluşması halinde bu kılavuzu polise vermeyiniz.

6. Yalan söylemek = Hayatta kalmak.

7. Şimdi bu kılavuzu, Şile’de bir yere gömünüz. Kağıt bir hafta içinde kendi kendini imha edecektir.


“Güzel, yalnızlıktan korkmak yanlıştır, çünkü ne kadar korkarsan kork ve kaçmaya çalışırsan çalış seni en aciz anında bulur. Tüm o korktuğun süre ve kaçtığın zaman kadar da eziyet çektirir. Bu yüzden yalnızlıktan korkmayan Sartre’ın cenaze törenine binlerce kişi katılmıştır. İki asil ve acımasız duygu, sevişip tohumunu verdiğinde ortaya çıkan iki şey vardır biliyor muydun? Birincisi korku, ikincisi ise üzüntü. Korku, üzüntünün vajinasında gider gelir. Buna insanlar “mahvoluş” der. Tohumlar, eğer kaliteliyse ‘insan’ doğar. Fakat eğer kalitesizse ‘yalnız insan’ doğar.” dedi, cümlelerin anlamını bu kadar iyi kavrayacağımı tahmin etmiyordum. Gazeteyi unutmuş gibi duruyordu fakat unutmamıştı, insan düşmanını unutamazdı zaten.

“İşte geldik, gerçek insanlığı göreceksin şimdi. Pollyanna’nın cesedini parçalara ayırıp pişirenleri göreceksin. İyilik meleklerini tutup hapsedenleri göreceksin. Üçüncü sayfayı açıyorum. Bak burada işte, insan ırkının en iğrenç türleri burada… Yoksa biz mi yanlışız? Erişkinlik yaşı mı düştü ya da tecavüz mü yasal oldu? Hayır, öyle bir şey olmadı, insan ne kadar iğrenç olursa olsun bunu yapamaz.” dedi, okuduğu haberler beni etkilediği kadar onu da etkilemişti. Sinirli gözlerinden ateşler saçarak bağırmaya başlamıştı.

“Bu adamlar, bu kadınlar neden yaşıyor ha? Hakları var mı? Yok. En baştaki sözün esas anlamı da budur işte. Sana sorduğum sorunun da cevabı odur. ‘Şarapta gerçek, suda sağlık vardır.' Ne demek istediğimi açıklayayım sana: Bunları görmek istemeyen insanlar sadece suyunu içiyor, yani üçüncü sayfayı açıp gerçeklere gözünün ucuyla bile bakmıyor. Şarap içenler ise gözlerini dört açıp kendi bildiklerini ve başka alkoliklerin sözünü dinliyor çünkü alkol alan bir adam asla ama asla yalan söylemez. Söyleyemez. Buna ‘alter egonun yıkılışı' diyelim. Her şarap içişimizde bu yüzden kusarız. Başka bir kendimizin, içimizde çürümüş parçaları kusmuğumuzun içinde yüzer. Bu yüzdürme eylemi için en uygun yer çoğu zaman boklu bir klozettir. İşte artık anladın kendinin, benim ve diğerlerinin değerini.” dedi, lafını bitirdiğini anlatmak için gazeteyi dürüp iç cebine soktu ve bana göz kırpıp arkasına döndü.


Sonrası mı? Yok, hatırlayamıyorum.