Değerler, bir toplumu oluşturan yapı taşlarıdır. Kültür, inanışlar, gelenekler, ekonomik ilişkiler, sosyal davranışlar vs. her şey aslında değerlerin oluşturduğu bir bütünden ibarettir. İnanç, bu noktada sosyal hayatı düzenlemesi ile en etkili değerdir. Din, inancın sistematize edilmiş ve yönerge haline getirilmiş halidir. İnancın nasıl yaşanması gerektiğini insanlık olarak dinlerden öğreniyoruz aslında. Yasaklar/serbestler, ödül/ceza, yaşam/ölüm, cennet/cehennem gibi listeyi sonsuza dek uzatabiliriz. Bu kurallar aslında sosyal hayatımıza da şekil veriyor. İktisadi ve siyasi hayatımız da bu şekillenmeden nasibini elbette almaktadır. Tersi durumlar da "mecburiyetten" dolayı yaşanabilir. İslam dininde faiz kesin bir şekilde yasaktır ama kapitalist dünyada İslam inancına sahip ülkeler faiz gibi net olarak yasaklanmış bir uygulamayı kullanmak zorunda ve kullanıyorlar. Alkol ve sigaradan elde edilen gelir İslam dininde haramdır ama devlet bu vergi ile bize verdiği hizmetin finansmanını yapar. Bu bir paradoks oluşturur mu? Bu alan, ilahiyatçıların çalışma alanı ancak benim düşünceme göre bu bir paradoks değil. Devlet kamu yararını ve ortak faydayı gözettiğinden bu konuya inanç noktasından bakmaz. Zaten seküler ve laik bir devlet ise (Türkiye örneği) bu konuyu tartışmanın anlamı bile yoktur. Devletin dini yoktur, din bireysel alanda yaşanabilir olgudur. 


Laiklik, din ve devlet işlerinin ayrılması olarak, en basit tanımıyla sosyal hayatın özgürlük ve tercihlere saygı bazında yaşanmasını garanti altına almaktadır. Dini yasaklayan değil, dinin kamusal ve sosyal alanda tercih/etken olmasını engelleyen ve yurttaşlarının dil, din, inanç vs. farkını ortadan kaldıran özgür yaşamın garantörüdür. Türkiye Cumhuriyeti 1937'de "Devletin dini İslamdır." hükmünü anayasadan silince dinsiz olmamıştır ve tüm inanç sistemlerinin yaşamasını sağlamıştır. Dinin politik amaçlara hizmetini, eğitime etkisini, ekonomiye etkisini ortadan kaldırmayı amaçlamaktadır. Dini kaldırmayı amaçlayan yöntemler geçmişte Sovyetlerde, Çin'de görülmüş ve günümüzde de Kuzey Kore'de yer yer görülmektedir. Başarısız oldukları da aşikardır. Din ve inanç bir tercih meselesidir. Yaşanmasını engellemek imkansızdır. Bir odada Tanrı'ya dua eden, Buda'ya inanan ya da ateizmi, deizmi benimsemiş bir insana beyninde düşündüklerini yok ettirmek imkansızdır. Tersi durumda politikanın ve sosyal hayatın içine girdirilmiş bir din; iktidar sahiplerinin oyuncağı olmuş, kan ve gözyaşından başka bir şey getirmemiş, eğitimsiz/cahil bir nesil yaratmış ve sonunda kötü olarak addedebileceğimiz sosyal patlamalara neden olmuştur. 

Bugün dini referans alan yönetimlerin olduğu coğrafyaların hemen hemen hepsinde savaş/çatışma ortamı mevcuttur. İsrail/Filistin, İran, Suriye, Irak, Kafkaslar ve son olarak Afganistan. Soğuk Savaş'ın bittiği 1990'dan beri ABD'nin bölgede oluşturmaya çalıştığı "ılımlı İslam modeli"; ılımlı kalamamış, oluşturduğu fundamentalist ortam ile bugünkü önlenemez olayları ateşlemiştir. Sekülarizm, laiklik ve bilimsel eğitimin önemi; Batılı toplumların seviyesinden, m

Müslüman bir toplum olarak Türkiye'nin durumundan ve bölge devletlerinin durumundan kolayca anlaşılabilir. Laiklik, dinleri/inaçları yasaklayan bir disiplin değil; dini ve inançları tekel altına aldırmamayı, bu inanç davranışlarını bireysel alanda kalmasını sağlayıp tanrı-insan etkileşiminin arasına girmemeyi hedefler. Sonuç olarak inancı özgürleştiren şey aslında laikliğin yarattığı seküler ortamdır.