Hayatın neresinde duruyoruz hocam? İnanmalı mı yaratana, yoksa inanmayıp inanıyormuş gibi mi yapmalı? Herkesin "değerinin bilinmesi gerek" dediği zamanın kıymetini nasıl bilmeli? Hayatın her anından keyif alarak, mutlu olarak mı yapmalıyız bunu? Peki ya kendimizi bunu yapma konusunda şartlar ve her yaptığımızda ruhani boşluğu kapattığımızı sanıp geçirdiğimiz boş vakitlerde bir şeyler kaçırıyor hissine kapıldığımız zaman, başımıza bir hastalık gelirse ne olacak? Bir hastalık gelse ve günlerce, aylarca kalkamasak yataktan; zamanımız uyumakla, beslenmeye, çalışmakla geçse. Hastahanelerde sıra beklemekten sabrımız tükense. Artık bize sabır verecek ve dayanacak gücü kendi değerlerimiz, kişiliğimiz, hatta annemize sarılmak bile vermese... peki o zaman ne yapmalı hocam? Sanki herkes mutlu ve istediği hayatı yaşarmışcasına ömrünü tüketirken biz treni kaçırmışlık hissi ve bu tükenmiş sabrımızla nasıl baş edeceğiz? Din midir hocam cevap, yaratana inanıp elbet güzel günlerin geleceğini umut edip onun dediği gibi her halimize şükretmeli ve asıl dünyanın öteki olduğuna mı inanmalıyız, yoksa neye inanırsak inanalım hayatın yanlış yerinde duruyorsak faydası olmaz mı?
Aslında hayattaki bütün insanların mutluluğu her zaman kovalayıp bazen yakalayıp sonra daha uzağa fırlattığı bir dünyada yaşadığımızı kabullensek ve kendimizde "Dün artık tarih oldu, yarın ise bir bilmece. Bugün bize bir hediyedir, bunun kıymetini bilmek gerekir." felsefesini oluşturduğumuz vakit, iki kere ikinin dört ettiği gibi hayatın her anından keyif alır mıyız? Başımıza ne gelirse gelsin hayatın gerçekleri olduğunu bilir ve onlardan dersler çıkartıp onlara hayırlı felaketler gözüyle bakarsak yediğimiz yemek ve yaptığımız iş ne olursa olsun yaşadığımız hayattan memnun kalacağımızın garantisini verir misin hocam?