Güldüm. Beklemiyordu.

Elbette gidebilirsin demişti kocam. Biraz uzun bir yol olacak ve zahmetli, biliyorsun, ilk deneyen sen değilsin, yine de gidebilirsin. Onay verdiği için rahatlamıştım. Kapıları açık bırakmıştı, arkasını dönmemişti, veda etmemişti ama olsun, işaret ediyordu, “işte orası.”

İhtiyacım yok, yinele.

—İhtiyacım yok. Sevindim yalnızca.

Issız ve karanlık arazide sesim yinelendi istemeden. Kaç kişiydik burada, anlamak güçtü. Çevreyi gözetledim. İlgimi çekmeyen ayrıntılarla süslüydü çevre. Tepemdeki yarım ışık olmasa da ilerleyebilirdim. Ona da ihtiyacım yoktu. Diktim gözlerimi, gülümsedim.

Çok sevinçlisin demişti kocam. “Sana ne vadetti?’’ Işıkla ilerledik. Ben yürüdüm, o peşimden… Arazide telaşlı iki ayağımın sesi vardı, ışık ya çok sakindi ya usta… Onu sırtıma aldığımda ustalığını kavradım. Yorgunluktu bu, hiç kalkmamak gibi…

Sırtımdaki etkisini yitirdi ışık; önce gökten, sonra benden çekildiğini düşündüm. Arkama dönüp veda edemeyecek kadar güçsüz hissettim kendimi. Adımlarımı takip ediyordum, hiç ses yoktu şimdi. Koyu ve canımı acıtacak olanı düşledim. Uykuya dalmadan önce fısıldayıp rüyaya davet ettiğimi... Az kalmıştı, sırtımda belirecek. İhtiyacım yok dedin. Varmıştım.

Seni gördüğüm anı tasvirledim. Uzunca bir yazıydı, anlaşılmaz el yazımla seni anlattım her gün uyandığımız duvarın karanlık köşesine. Gölgeler seni gizlesin diye değil, her vakit karşıma çıkma diye... Seni çok zahmetle buldum, kolay göremem. O görmüş.

—Demek gördün?

Zamanını sordu bana, kaç güne yola çıkarsın dedi. Seni nasıl tanıdığımı, görünce ne düşündüğümü, ne hissettiğimi merak etmedi. Daha ne kadar katlanacağım dedi sadece. İrkilmiştim, korkmuştum ondan, hiç tanımadığımı fark ettim onu. Gözlerimi sana diktim sonra. Cevap sendeydi. Sen ne zaman gel dersen ben o zaman çıkacaktım. Sessiz kalmayı tercih ettin. Kocamı ve duvarlarımı seyrediyordun.

Sustum ve konuşacağın günü bekledim. Günlerce, aylarca bekledim. Gel desen yetecekti. Bir gün oturduk ve saatlerimizi seni izlemekle geçirdik. Neden sustuğunu sordu. Bilmediğimi söyledim. Nereye kadar bekleyebileceğimi sordu. Hep kadardı, şuraya kadar, görüyorsun ya, kadardan fazlası değildik biz. Kalktım ve kapıya yöneldim. Önce ürktü, sonra heyecanlandı sevgili kocam.

—Gidiyorsun… Ne dedi?

Arkamı dönmedim, sesini kaybettiğini söyledin. Hırsla kolumdan çekti beni.

—Nereye gidiyorsun? Kim o?

Tasvir alayınla başlıyor. Yüzünden hiç eksik olmayan alaycı donuk ifadenle… Sesin dudaklarımın kıvrımını silmişti, sana benzemiştim, anımsıyor musun? Kaşlarını çatmıştın, bana benzeme demiştin, unutmadım.

Kim o? Kimsin sen? Şimdi bu geldiğimiz kim?

Tasvir ettiğin alaydayız. Hikayenin sonu. Ekşittiği yüzü alaycı, ona benzememişsin. Ben hâlâ aynıyım. Sonunda getirdim seni.

—İhtiyacım yok.