Biz şimdi seninle Dicle'yi yıkadık

Fırat'ın feryadı Babil'de sönsün diye. 


Senden sonra büyüdüm, bilemezsin Saadet

Kahrını, acısını eşiğinde bıraktım öte tarafın, 

Sefil bir firavunun ölümsüzlüğünü yendim

Daha Kızıldeniz'e değmeden parmaklarım

Sirrius'ta koloni koloni bir emperyalin helâkını gördüm bin yıllar öncesinden.


Ah be Saadet, geceye işgal kuvvetleri gibi dadanır uykular

Uykulara bozgun verir düşten milisler

Teslim olmak yok, teslim olmak yok... 


Bilseydim zeytin vakitli bu düşün mavi bir sabahla uyanacağını

Bir tutam ay ışığı ekerdim çocukluğuma,


- Ah! Bir bilseydim -


Korkuyorum Saadet, anlamıyorsun 

Az sonra gün bitecek

Elinde balonla bir çocuk vurulacak 

Annesinin bağrında

Elinde kan olan, bal dilli üniformalı amcası tarafından. 


Korkuyorum Saadet, anlamak zordur! 

Yaşını başını almış insanlar vuruyor 

Ellerinde kitap, gözlerinde aşk olan kızları, erkekleri. 

Anlamıyorum, hanginiz vurduğunuz

Bir ömrü iç ettiniz de yetmişinize eklediniz? 


Ah be Saadet! 

Aynadan suretimi izliyorum

Alnımdaki çizgileri, 

Yağmursuz bulutların geçişini ıskalayan gözlerimi, 

Geceye slogan bırakan boyalı ellerimi

 - Kahrolsun faşizm, halka! - 


Özgürlük kanla kırklanır buralarda Saadet 

Sırtından vurulur da düşmez yere. 


Kuytuda dört büklüm, yedi bela pusu var 

Geleceksen, gün dönmeden gel Saadet 

Aklıma takılır/sın... 


Ve birden, bir bahar asılıverir badem dalına

Uykusuz bir düş sonrası geceden


Biliyorum, 

"Tüm cinayetler, karanfilli kaldırımlar" bırakır geriye. 


Yüzünde dört mevsimin güzü var Saadet, 

Gözün, geceye mavi bir yıldız. 

Bilmezsin kaç gelinlik kızın göz yaşıdır Dersim. 

Ah o dağları incitmekten korkanlar, 

Ah o dağları incitmemek için kentlerden taşanlar, 

Ah o daracık kent sokaklarından kimseye ilişmeden havarlara ses olanlar... 

Duymazsın, dokunamazsın Saadet, 

Ama onlar bir fısıltı kadar yakındır. 


Bir de Mezopotamya yanar 

Sen yüzünü çevirdiğinde

Truva'da alkış kıyamet

Kimse bilmez, hangi ihanet kimin içinde


Uyan Saadet, bambaşka bir aşka göçüyor kuşlar Munzur'da

Dersim'in selamını yüklenip

Ve hâlini hâli bilip yuvalanıyor bağrına Amed'in. 

Ve o aşk ki Dicle'nin köpüğünden

Ağrı'nın bulutuna uzatır hürriyeti. 


O aşk ki, yanık bir turna türküsü olur Kızılırmak' ta


Kervanı eğleme Saadet...


 - Aşka göçüyorsa tüm kuşlar

    Bil ki bahar var, göç sonunda -


Sen ki, Zin'in Botan'ından kuşandın dallı çiçekli kiras fistanları

De bana Saadet

Hangi kent avutur gülistanı? 


-2 -


Biz bu zamana tutsağız Saadet

Ne bir savaştan arta kalanız, 

Ne bir ihtilal bayrağıyız. 

Bizsiz bitti tüm devrimler, yoktuk. 

Gözümüzde kapkara bir ölümle, 

Yaratılmış tanrıların zulmünü büyüttük. 

Yoktular!

Oysa şimdi, Bağdat'ın orta yerinde

Kişar'ın Tigris'ten taşıdığı iki yabancıyız

Anşar'ın merhametini arayan. 

Yüzümü okşa

Gözyaşlarımı sil

Ellerimi tut 

Yollarına kurban olduğum! 


Ben Mezopotamya'yım, 

Göçlere mesken bir yurdum

Altın kadehlerde şarap içerken Nebukadnezar

Ufratu'yu baştan çıkarıyordu kıvraklığıyla Şamlı rakkase

Haydi gel kurtar beni

Şimdi yığınla saat

Şimdi tonlarca yıl

Şimdi katrilyonlarca anı 

Şimdi yaşayanlardan fazla ölüm var üstümde

Haydi Saadet gel kurtar beni, 

Yalnızca bir ihtimaldir yaşamak, ölümdür gerçek olan.


Ve göçler, 

Tozlu yollardan aysız gecelere taşır ocağın dumanını, 

yürek göçüğüdür, 

Baykuş figanıdır, 

Fermandır,

Kaderdir.

Gel kurtar beni 

Birlikte ağlamak ve gülmek için.