Nedir bizi "insan" yapan? Nedir bizi farklı kılan? Yalnızca insan suretinde oluşumuz mu? Suret itibariyle farklı görünüyor olmak, insanı düşünmeye ya da daha farklı eylemlere itmek için yeterli olabilir mi? Peki, başka bir soru daha var; bir insanın ötekinden daha farklı bir surette oluşu, onun aidiyetinin bir başkasınınkinden üstün olduğu anlamına gelir mi? Bir başka deyişle, insanın bir müdahalesi olmadan kendini bir şekilde içerisinde bulduğu kimliği ona kendinden olmayanlara düşman kesilme hakkı verir mi ya da böyle bir sorumluluk yükler mi? 


Sonradan kazanmadığımız, bir şekilde kendimiz elde etmediğimiz, karşılığında hiçbir bedel ödemediğimiz aksine dünyaya öyle geldiğimiz bir aidiyetten dolayı kendimizi “üstün” ve öyle olmayanları da “aşağı” görmemiz "akıl tutulmasından" öte bir şey değil. İnsanları seçim şansı olmayan bu konuda suçlamak "mantıklı" değil. Vatan sevgisini “ırkçılık” ile karıştırmak cahiliye zihniyetinden bir parça olmanın ötesinde bir şey değil. İnsanları sırf sahip oldukları bu “kimlikleri” dolayısıyla yaftalamak, damgalamak, ötekileştirmek ve yalnızlaştırmak bir “rahatsızlık.” Onlara sırf bu sebepten ötürü “ayrımcılık” yapmak en iyi tabirle bir "hastalık." Bir insanın yaptığı herhangi bir yanlışı onunla aynı kimliği paylaşan/aynı aidiyete sahip olan herkese mâl etmek “doğru” değil. Kin, öfke, nefret, ön yargı ve eksik bilgi ile yapılan karalamalar, nefret söylemleri “ahlâkî” değil. Yarım yamalak, kulaktan dolma, asılsız onca bilgiyi sadece kin kusmak için emin olmadan yaymak "uygun" değil. Birilerine “çifte standart” uygularken başkaları için “yargısız infaz” yapmak “adil” değil. Olaylara peşin hükümlerimizden arınarak yaklaşmak varken insani kimliğimizden sıyrılarak yaklaşmak “doğru” değil. 


Belki de görünüşümüz değil de görüşlerimizin, insani kimliğimizin bizler hakkında daha fazla bilgi verdiğini, tekdüze oluşumuzun bir anlam ifade etmezken farklılıklarımızın bizi güzelleştirdiğini görseydik karşılıklı tahammül ve takatimiz daha fazla olurdu. Ön yargılarımız bir son bulurdu belki de böylelikle. Fakat zihnimizin zincirlerini gevşetmediğimiz, sığ görüşlerimizi bir nebze olsun genişletmediğimiz sürece bu zifiri karanlığa mahkumuz. Kendimizi dahi koca bir yaşam boyunca ancak tanımaya fırsat bulabiliyorken bir başkasına dair verdiğimiz peşin hükümleri, yaptığımız genellemeleri ancak ve ancak algımızı değiştirerek aşabiliriz. Tabii ki böyle bir eğilimde bulunmaktan ziyade bunu eyleme dönüştürmek asıl olan. Aksi halde yalnızca başkalarına değil kendimize de haksızlık etmiş olacağız. Neden mi? Bizim görüşümüzü kısıtlayan her ne varsa aynı zamanda karşı tarafı gölgeleyen de o. Fakat insansa aydınlığa ulaşmak gibi bir fıtrata sahiptir. Karanlıktan uzaklaşıp aydınlığa ulaşmak ayrılmaz bir parçamızdır ama bir kısmımız karanlığa öylesine alıştı ki aydınlık hiç de tanıdık bir sima gibi görünmüyor.