Ah şu insanlar, insancıklar. Ne kadar da tuhaflar. Biri var eder, biri yok. Biri sever, biri söver. Biri yapar, biri bozar. Biri yazar, biri siler. Biri yaşar, biri ölür. Birileri öyle, birileri böyle. Ne istiyor bu insanlar birbirinden? Ne için bunca matem?

Hiç anlamadılar, anlamayacaklar. Hayatında bir kez olsun kendine "Neden?" sorusunu sormamış insanlar, kendilerini yaşamın temel taşı, evrenin merkezi sanırlar.

Hayır Madam, hayır.

Yazdıklarım, yaşamımın ve içimdeki savaşın sadece yansımasıdır. Siz yazdıklarımı anlamıyorsunuz, anlamak istemiyorsunuz. Herhangi bir çaba sarf etmiyorsunuz. Siz, kendinizi de anlamıyorsunuz. Beni asla anlamayacaksınız...

Tenezzül etmeyeceksiniz yazdıklarımı okumaya. Sizi suçlayamam. Gerçek, bir atom bombasından daha ürperticidir. Teniniz bedeninizden zorla sökülüyormuş hissine kapılırsınız. Ama bu sadece başlangıç.

Acıyla kavrulacaksınız, acı! Siz acıdan ne anlarsınız? Tek bildiğiniz birkaç harf, bir kelime, güneş... Sevda denen o kızıl güneş, benim için açmak üzere. Derinde bir yerde, ruhumun ücra köşelerinde uçurumlar açılıyor. Uçurum beni çağırıyor. Benliğimi bir paçavraymışcasına parçalıyor. "Hayır" diyorum. "Hayır." Güneş açmak üzere, kızıl güneş... Benim için...

Açmak üzere...