“… Ben hala ölmeyi bile becerememiş utanmaz, aptal bir hayaletten ‘yaşayan bir cesetten’ başka bir şey değilim.”


İnsan kendini nasıl bu kadar berbat ve aşağılık hissedebilir? Çocukluğundan beri bilinçli bir farkındalıkla soytarısını sahneye çıkarırken nasıl bu kadar pasif ve güçsüz olabilir?


1909 -1948 yılları arasında yaşayan Japon edebiyatının popüler ismi Osamu Dazai’nin – gerçek ismi Şuci Tsuşima- intiharından hemen önce tamamladığı ve kendi yaşamıyla birçok paralellik taşıyan otobiyografik romanı topluma dahil olmayı becerememiş, varoluş sancıları yaşayan, içsel sancılarında boğulmuş, pasif ve trajik bir vaka olan roman kahramanı Oba Yozo’nun üç bölümden oluşan hatıratından oluşuyor. Eseri daha iyi anlayabilmek için hatıratlar dışında giriş ve son söz bölümleri mutlaka okunmalı. Özellikle de son sözde kendi yaşamını ele aldığını anlıyoruz.


Aristokrat bir ailenin oğlu Oba Yozo, ailesine bile yabancı biri ve ailesi tarafından dışlanmış olması, babasının yanlış tutumları öz güvenini, öz saygısını yitirmesine neden olmuş; benlik algısını olumsuz etkilemiştir. Kendini değersiz hissedip diğer insanları hep kendinden üstün görmüş. İnsanları anlayamamaktan dolayısıyla da nerede nasıl davranacağını bilememekten ötürü hep iyi çocuk olma eğiliminde olmuş. Bilinçli bir farkındalıkla herkesi memnun etmek, güldürmek, eğlendirmek için mizaha başvurmuş ve kendi deyimiyle “soytarı” sını oynatarak duruma çözüm bulmuş.


“Biri beni eleştirirse, ilk düşüncem karşımdakinin tamamen ve bütünüyle haklı olması gerektiğiydi, çok büyük bir hata yapmış olmalıydım, her şey bu kadar basitti işte.”


Sürekli bir kimlik arayışında olan roman kahramanımız kendini bulamamış ve topluma da ayak uyduramamıştır. Her anlamda başarısız olması onu toplumdan daha çok soyutlamış ve karamsarlığa itmiş. Anlaşılmak, fark edilmek ve ilgi çekmek deneyimlerinin sonuçsuz kaldığını görünce susup soytarılığa devam etmiş. Bir yere ait olamamanın hissiyatıyla alkolizmle geyşalarla morfin bağımlılığıyla ve intihar girişimleriyle sürüklenmiş yaşamda. Yozo maalesef güçsüz, zayıf ve pasif bir karakter ve çevresinde ona yardımcı olacak, güvenebileceği kimsenin olmayışı, çevresinde olanların da onu daha kötü etkilemesi en büyük şanssızlığı.


“Artık ne mutlu ne de mutsuzum. Her şey geçip gidiyor. Bu zamana kadar yaşadığım, soğuk bir cehennemi andıran sözde “insan” dünyasında tek gerçek şey bu. Her şey geçip gidiyor.”


Yozo, varoluşsal krizininin üstesinden gelemez, çözümü oyunu sonlandırmakta bulur ve intihar eder. Roman, ne yazık ki varoluşun anlamsızlığı ve acımasızlığı karşısında insan ruhunun karmaşık doğasını, çaresizliğini ve öldürücü yalnızlığını çarpıcı bir şekilde gözler önüne serer.


“Yapabileceğim bir şey yok. Hiçbir şey yardımcı olamaz. Utançlarımın üzerine daha fazla utanç ekleyebilirim sadece. Bisiklete binme ve orman şelaleleri hayalleri bana göre değil. Bana düşen her zamankinden daha şiddetli ıstırap çekmek için bir pis, aşağılık suçu diğerinin üzerine koymak. Ölmek istiyorum. Ölmek zorundayım. Hayatın kendisi tüm suçların kaynağı.”


Japon edebiyatından okuduğum ilk kitaptı. Akıcı, samimi üslubu olan kısa bir roman ama kasvetli ruh hali ve depresif dili dolayısıyla çok sevdiğimi, keyifle okuduğumu söyleyemeyeceğim maalesef. Kesinlikle ileri yaşlarda ve sağlıklı bir ruh halindeyken okunmasını salık veriyorum. Zira o kasvetli atmosfer ve varoluş sancıları sizi girdabına alıp götürebilir.