İlk aşkım bana bir kitap armağan etmiş ve kime ait olduğunu şu an anımsayamadığım bir dize yazmıştı başına:

"İki gözüm!

Ağaca yaslanma devrilir,

İnsana güvenme ölür!"

 

O günden sonra, bu sözün doğruluğunu kanıtlayan pek çok şey yaşadım. İnsanlara güvenmemeye alışabiliriz elbette ama biz kimseye güvenemeyip salt kendimize inanmamız gerektiğini savunurken sosyal bir yaratık olduğumuz iddiasına ne diyeceksiniz?

 

Her zaman tetikte, her zaman maskeli olmak yoruyor. Bazen insan yalnız olduğunu bilmesine karşın birilerine güvenmek istiyor. Belki, çoğu zaman konuşmak bile yetiyor.

Bazen bir olayı kendi içimizde çözemezken güvendiğimiz birine anlatırken kendi sesimizi duyduğumuz anda çözümlerin dilimizden döküldüğünü şaşkınlıkla dinleriz.

Ama tüm bunların ötesinde asıl kaygı verici olan; dertleşecek, hadi onu da bırakalım, dinleyecek insanı bulmakta zorlanmamız ve çözüm olarak da evimize kedi, köpek, papağan vs. alarak dinleyicilerimizi satın alma yoluna gitmemiz.

Evet... En yakın bildiğimiz arkadaşlarımız çoğu zaman anlatmak isterler ama dinlemek için ya zamanları yoktur ya da dinlemenin kendilerine bahşedilmemiş bir sanat olduğuna inanırlar.

 

Kısacası sürekli konuşuyoruz ama duyulan bir uğultudan ibaret. Her şey yüzeysel, her şey acele ve hiçbir bağlayıcılığı olmayan sözler...

 

İnsanın kişiliği salt söylediği sözler, inandığı değerlerle ölçülmemeli. Yaptıkları söylediklerinin güvencesi olmalı diye düşünüyorum. Verilen sözlerin tutulmamasının mantıklı bir nedeni olabilir ama bu sonucu değiştirmez. Sonuç, sözünde durmamasıdır.

 

Havada uçuşan sözler, lakırdılar, ilişkiler, arkadaşlıklar, eylemler...

 

Kökleri olmayan ağaçların ufacık bir yelle devrilmesi gibi artık insanların da köklerinin ve değerlerinin olmayışlarının getirdiği bir savrulmayı, yıkılmayı yaşıyoruz.

Artık ağaca yaslanamıyor, insana güvenemiyoruz.

Yaşıyoruz yaşamasına ama...

Ürkek... Çekingen...


Sahi, insanlığımız ne olacak?