Kendi içinde kaldıramadığı yükler en yakınına yansıdığında insan yoruldu. İç sorumluluğuna çevresine örnek olabilme zorunluluğu eklendiğinde hata yapmaya hakkı olmadığına kanaat getirdi. Her şeyin en doğrusu olmalıydı. Belki dizleri bile kanamadı. Düştüğünde yarasını sarmaktan çok sahte gülücükler saçmayı öğrendi. Ders çalışmanın bile doğru kamera açısıyla havalı göründüğünü izlenimledi. Hoş, bir yere geleceği de yoktu insanın, onca çabayla. Hayal kırıklığı ile para kazanma savaşı arasında yaşlanıp gidecekti. Konuştu, insanları boğdu; sustu, insanlardan kaçtı oldu. Kendini açıkladı, hadsiz oldu; umursamadı, yabani oldu. Yani insan ne yaptıysa insana yaranamadı. Yaptıkları için de suçlandı yapamadıkları için de. Kendi fikirleri üzerinden insanları kalıplara sokup yargılamaktan başka bir vasfı kalmadı. Sahi ne kolaydı insanları çürük sebze ayıklar gibi ayıklamak. Hangimiz birbirimizin kabiliyetlerini diplomalarımızdan öğreniyorduk. Ya da yüzümüzde mi yazıyordu yeteneklerimiz, hayallerimiz? Düşlediklerimizi bile filtrelerden geçirmeden aktaramadık biz. Birbirimize hiç, gerçekten ne yapmak istediğimizi sormadık. Fabrika tipi insanlığın biraz dışına çıktığımızda yadırgandık. Meslek seçimlerinden, okuduğumuz okullardan ibaret kılındık. Kimi başardı, kimi başardı da ziyan edildi. Başarmak dediğime bakmayalım, başarmanın değeri kalmış mıydı? Ucunu toplayamadığım cümlelerimin gelmek istediği yer, Oğuz Atay'ın da dediği gibi: "Nihayet insanlık da öldü. Evet, insanlık artık aramızda yok."