Bir yol vardı herkesin önünde dümdüz, sonsuzluğa uzanan bir yol.
Dümdüz yol, ilerilere gittikçe bir sürü yola ayrılıyordu. Ben o yolu dümdüz gittim sadece. Yürüdüm dümdüz, hiçbir yola sapmadan. Ne iyiliğe ne kötülüğe bulaşmadan, hiç kimseye karışmadan dümdüz gittim.
Yolun başında dinçtim, güçlüydüm. Yemyeşil ağaçlar vardı etrafımda. Yemyeşil doğa ve güzellikler... İlerledikçe susamaya, acıkmaya başladım. Su pınarları gördüm, benim için konulmuştu sanki. Meyveler gördüm, ağaçlar da benim için olgunlaşmıştı sanki.
Biraz daha ilerledikçe yağmur bastırdı. Sığınacak bir yer aradım. İlerledikçe değişiyordu çevredekiler. Ağaçlar, hayvanlar, meyveler, iklimler... Ben dümdüz gidiyordum, hiç konuşmadan kimseyle.
Sağa sola ayrılan yollarda bana benzeyenler görüyordum. İyiliğe ve kötülüğe bulaşmış kimseler.
Yolun sonuna ilerledikçe yorulduğumu fark ettim. Dinlenmem lazımdı ama yürümem de lazımdı. İkisi bir arada olmuyordu. Yolun sonuna gelince ilk defa geriye baktım.
Ta yolun başına baktım, ilk geldiğim yere.
Benim gibi insanlar geliyordu yolun başından. İlk geldiğim zamanı hatırladım.
Hiçbir şeye bulaşmadan, susarak ve gönül rahatlığıyla bitirdiğim yolun keyfini sürüyordum. Geçtim tepedeki ağacın altına oturdum. Yolun başındakileri beklemeye başladım.