Sokaklara taşan semtler bana yaşamı anlatır

bense beni evime hapseden beynimdeki kimyasal dengeye

ara sıra İnşirah’ı hatırlatırım

ayetleri rehber edinir vururum kendimi sokaklara

sonra yüzümü okşar Kuzguncuk

tek başınalığın güzelliğini severken satırlar arasında

uzamış yalnızlıktan Allah’a sığınırım

çünkü yankıyı bulmayan ses kaybolurmuş

insan ötekiyle insan olurmuş


benden bakarsak kurak geçti bu yaz

zaten güneşi tepedeyken sevemem, bazen batarken bakışırız

çiçeğin açıp açmadığını çoğu zaman baharın ilkiyle tartışırız

lakin sonuyla uzlaşırız çünkü eylül ile geçmişten tanışırız

çocukların sırtına çanta takıp yürümeye başladığı mevsim

bana bir başlangıcın özlemini hatırlatır 


Kızıldeniz’i bir asa bölmüş

sınırda olanlar geçip gidememiş ortasından

kimileri sağda boğulmuşlar, kimileri solda

ara sıra bakarım karşımdaki denize

üstünden eksik olmaz bir yere varmaya çalışanlar

bana yaşamın sürekliliğini fısıldarlar

Musa olmak düşer bana yürürüm ardımdan


boyumu aşan bir yas, yaslandığı yeri unutmuşum

bir kadın mı, kayıp mı, gençlik mi

beynimde bir ağırlık geziniyor, bedenim ondan daha hafif 

bir buhran mı, kaygı mı, kist mi

beni oturduğum yere çökerten bu hissi

psikiyatri mi çözer yoksa psikanaliz mi

ağlamaya ramak kala elini yüzüne götürüyor insan

avucunun içiyle siliyor, kirpiklerini

sonra dışıyla

sahi neresinde bu bilincin?


bazı akşamlardan dönerken göz göze geliriz bu şehirle 

dalıp gittiğim anlarda, zihnimde bir sivil itaatsizlik başlar yaşamaya

iki adım öteye gidemem, niye gideyim

ses olmamış cümlelerim, buhranım maskelenmiş

üstü örtülmüş yaşadıklarımın

üstelik annem de örtmemiş

çok mevsim geçmiş saçlarımdan

yaşanılanları tarifleyen beyazlar karışmış araya

üstelik bir güzelin ellerinde de okşanmamış

öyle işte.